Bundan birkaç sene önce İllinios Üniversitesi’ne gittim, burada tam 4,5 ay bulundum. Oradayken, yeniden dünyaya gelme şansım olsaydı kesinlikle yurt dışında bir üniversitede okumak istediğimi bir kez daha yineledim… İnsan daha iyiyi ancak bulduğu zaman anlayabiliyor. Ben çok şanslı olduğumu düşünürdüm bitirmiş olduğum üniversiteden dolayı, çünkü yılların Ege Üniversitesi mezunuydum. Daha iyi üniversite şüphesiz Türkiye standartlarında ODTÜ, Boğaziçi’ydi bizim zamanımızda, ama nedense insan aynı ülkede olunca bunun bir kıyaslamasını yapamıyormuş. Ben de üniversiteyi bitirmiş, akademik ünvanımın son aşamasına gelmiş birisi olarak, “ah şimdiki aklım olsaydı” diyorum. Ancak yine de kendimi çok şanslı hissediyorum ki, yaşamımım son döneminde bu bir “ilki” yaşamış oldum. Tamamen dünya vizyonum değişti, üniversiteli olmanın aslından “Universal” olmak olduğunu bu kaldığım süre içerisinde İllinois Üniversitesi’nde anlamış oldum.
Anlamış olmak bana hiçbir zaman yetmezdi, çünkü ben gördüğüm olayları yaşamak ve yaşatmak isteyen bir kişiydim, böyle olunca da ülkeye döner dönmez hemen kolları sıvadım. İllinois Üniversitesi’nde bir “açılış töreni”ne katılmıştım. Büyük bir meydanda, üniversitenin tüm öğrencileri bir arada oluyorlar ve üniversitede faaliyette bulunan tüm “öğrenci kulüpleri” kendilerini tanıtan broşürleri burada yeni gelen öğrencilere anlatarak kendilerini tanıtmaya çalışıyorlardı.
Bu şimdiye kadar görmediğim bir faaliyetti. Özellikle bir üniversitede bu kadar çok kulübün olabileceğini hiç düşünmemiştim. Felsefe Kulübünden tutunda, arkeoloji, teknoloji, tarih, kısacası onlarca kulüp ve kulüp üyesi, yeni üyeler kazanmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ben bile “İnsanlık ve Dünya Sorunları” isimli bir kulübe üye olmuştum, ismimi yazdırdım akşam odama döndüğümde inanmayacaksınız ama kulüp başkanının bana “aramıza hoş geldin” mailli ile karşılaşmıştım. Bu ve benzeri detaylar bana her zaman yurt dışında yaşayan insanların işlerine ve görevlerine karşı ne kadar sorumlu olduklarını gösterdi. Bu okullarda yapılan faaliyetler hiçbir zaman “mış gibi” yapılmadığı için de, yıl içinde faaliyetlerin sonuçlarını görmek mümkün olabiliyordu.
İzmir’e döner dönmez hemen bizim üniversitemizdeki kulüplere baktım, aktif olanlar vardı, isimleri sadece kağıtta yazılanlar da… Kulüp başkanları ve koordinatörleri ile bağlantı kurmaya çalıştım, çok komik ama yazılan numaraları aradım bunlar bile doğru çıkmadı. Mezun olan öğrencilerin isimleri listeden bile silinmemişti. Bütün bunlara rağmen kendi kulübüm olan “Genç Liderler Kulübü”nün “Uçurtma Festivali”ne bazı kişileri çağırma imkanım oldu. Bu kulüplerden birisi de “Dalgıçlık Kulübü”ydü ki, çok heyecanlanmış ve mutluluk duymuştum. Gelirken bize denize dalarken giydikleri giysileri, fotoğrafları getirmişlerdi. Toplasan beş kulüp bile yoktu ama bir ilki başarmanın hazzını duymuştuk bütün öğrencilerim ile birlikte… Bir yandan çocukluk günlerimizi hatırlamaya ve devam ettirmeye yönelik bir etkinlik olan “uçurtma uçurma” öğrencilerimize de yeni başlayan döneme de bir hız kazandıran, coşturan bir faaliyet olmuştu.
İllinois Üniversitesi’nde gördüğüm ve uygulamaya çalıştığım tek etkinlik bu değildi tabi ki; bu kadar farklı ülkeden gelen insanı bir arada görmemiştim. İnsanın arkadaşları arasında farklı ülkelerden gelen kişilerin olmasının ne kadar olağanüstü olduğunu düşünüyordum. Bu kişilerin kültürlerini, yemeklerini, davranış şekillerini, dünya görüşlerini, hatta aileleri ve yetiştiriliş şartlarını öğrenmenin benim için bir deneyim olduğunu düşünüyordum.
İzmir’e döndükten sonra üniversitede ilk günlerde bizim üniversitemizde de yurt dışından gelen öğrencilerin olduğunu görünceye kadar bu “muhteşem deneyimin” bizim öğrencilerimize de yaşatılacağının farkına vardım ve birden aklıma “Uluslararası Kültür Festivali” ismiyle böyle bir etkinliği yapabileceğim düşüncesi şekillendi.
Celal Bayar Üniversitesinde toplam 460 yabancı öğrenci vardı öncelikle onlara “Şirin Dostlarımız” ifadesini koyduk kulüp üyesi öğrencilerimle; sonra neler yapabileceğimiz konusunda ciddi bir beyin fırtınası… Bu öğrencilerin yemeklerini denemek istedik, onların ülkelerini tanıtan videolar seyretmeyi arzuladık. Şüphesiz dansları ve müzikleri bizim en çok merak ettiğimiz konular arasındaydı. Hele ki, bu kişiler Afrika ülkesindeki kişiler olunca daha da renkli olacaktı. Öncelikle bu teklifimizi yönetime bildirdiğimizde hem çok hoşlarına gitti hem de bazı kısıtları olduklarını söylediler. Afrikalı öğrencilerin yemek kültürleri bizlerden farkıydı, onlar yemeklerinde bizim alışık olmadığımız malzemeler kullanıyorlardı ve bunları bulmak kolay değildi. Üstelik bu yemeklerin tariflerini onlar yapacaklardı, işimiz bu aşamada daha da zordu, çünkü genellikle bu yemekleri hep anneleri yaptıkları için erkek öğrenciler tam olarak anlatmakta zorlanıyorlardı.
Sonunda tam bir gün süren çok etkileyici “1.Uluslararası Kültür Festivali”ni gerçekleştirdik. O dönem Rektörümüz bu olayı da çok olumlu karşıladı ve her an bizlerle birlikte bu etkinliklerde bulundu. Yapılan her aktivitenin sürdürülebilir olması için “1., 2. …” demeyi ilke edinmiştik. Kulüp üyesi öğrenciler ile bu nedenle geçen seneden bu yana yine aynı heyecanı içimizde hissederek neler yapabileceğimizi düşündük.
İşin ilginç tarafı geçen sene olduğu gibi, bu sene de elimizde ne para ne pul vardı. Sadece bu işe kendini adamış 15 öğrenci ile yine yollara düşmüştük. Bir de bu öğrencilerin yanında geçen seneden bu yana bize sevgilerini hiç eksiltmeyen 22 “Şirin dostumuz yani Young Leaders- Genç Liderler” vardı.
Her sene farklı bir tema işleyelim dedik ve “Gelecek İçin Kültürlerin Buluşması” sloganını sevdik. Yine 22 ülkenin yemeğine yapacaktık; ama yemek operasyonu “aşçıya ve lokanta donanımı”na takıldı. Manisa’da bize bu konuda destek olacak ne aşçı ne de lokanta bulduk. Bu haberi duyan yabancı öğrenciler yemeklerini sunma şansları olmadığı için çok üzüldüler. Ama yapabilecek bir başka alternatifimiz yoktu. Bazen arzu edilen istekler olmuyor, ama bir kapı kapanırken, diğer kapı aralanıveriyor. Niyet iyi olunca, başarmamak mümkün olmuyor. Çok sevdiğim bir dostum olan Günseli Türkoğlu, “Yeni Oluşum Derneği” aracılığı ile bize destek vermeye karar verdiler. ”Biz size tavuk-pilav yaparız” diye bir öneride bulundular. Yine aynı dernek bütün öğrenciler için kurulacak olan “çadırları” da kiralayacaklarını söylediklerinde hepimizin ağzı kulaklarına gelmişti. Çok mutlu olduğumuz yüzümüzden ve hareketlerimizden belli oluyordu. 22 ülke öğrencisi kendi ülkelerini tanıtacak afişler hazırladılar, biz davetiyeler, broşürler bastık. Bu öğrencilerin kendilerini tanıtacakları “dans gösterileri” için imkanlar yarattık. Hatta onlar bizlere kendilerini tanıtırlarken, bizlerinde kendi Türk müziğimiz ve folklorumuz ile kendimizi tanıtacağımız bir “Zeybek Ekibi” bile hazırladık.
12 Mayıs Salı günü, sabahtan başlayacak olan etkinlik gece saat 22.00’de bitecekti. Bütün kulüp üyeleri içimizde yaşattığımız “kelebek coşkusu” ile yeni güne merhaba dedik. Öğleyin başlayan festival, saat 21.30’da “gelin halayı” ile bittiğinde, yaşanan saatlere bir baktım. Orta Afrika, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan, Gürcistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ahıska Türkleri, Saray Bosna, Arnavutluk, Gana, Somali, Bulgaristan, Uganda, Irak, Afganistan, Norveç, Zambiya derken hayalini kurduğum bir gerçeğin aslında istenirse gerçekleşebileceğine yeniden tanık oldum.
Bütün öğrencilerin ellerinde “Türk bayrakları” ile coşarken, bizi birleştiren tek ülkünün “Dünya Vatandaşlığı” olduğuna bir ker daha karar verdim. Nasıl bu dünyaya gelirken anne ve babalarımızı seçme şansımız yoksa, dinlerimizi, ten renklerimizi de seçme şansımız yoktu. Bu dünyada fani olan tek gerçek “aynı güneşin altında, aynı havayı soluyan insanlardık” sadece… Bu öyle inanılmayacak bir duyguydu ki, anlatılması mümkün değildi. Eller buluştuğunda, gözler kenetlendiğinde, yürekler çarptığında insanlığın birbirini anlamaması için hiçbir neden yoktu aslında.
Bir gün geliyoruz dünyaya ve bir yaşam boyunca “kin, nefret ve düşmanlık” ile yaşayıp birbirimizi kırarak geçinip gidiyoruz. Neyi paylaşamıyoruz ki; neden kırıyoruz ki birbirimizi. Yok ki birbirimizden farkımız..
Renkler böyle bir şey işte… Renkler farklılıkları anlatıyor. Renkler doğanın güzelliğini… Renkler sevginin, tutkunun, yaşamın dinginliğini ve huzurunu gösteriyor. Mavi ile yeşil uyumu; kırmızı ile sarının canlılığını; siyah ile beyazın zıtlığını; ara ve ana renklerin buluşmasını… Sanki; siyah, beyaz ve sarı ırkın sevgi ile buluşması gibi..
“Dünya vatandaşlığı” yolculuğunda, bir varmış bir yokmuş misali, geldik ve gidiyoruz şeklinde yapılan nakaratlar gibi, bizler de umarım bu renkler düşlerine kendimizi kaptırır; sadece ve sadece “iyi insan olmak” için bundan sonra varlık gösterebiliriz. Ne dersiniz? Renkleri tanımaya değer mi?