Hayatın içinden öğrenmeyi çekip alın, geriye bir şey kalmaz. Yaşadığımız her şey deneyime, deneyimlerimiz, öğrenmelere dönüşür.Yaşamın temel amacı, öğrenmedir cümlesini burada kuruyor olmak, mümkün müdür? Mümkündür. Bu cümleyle birlikte; yaşam felsefesi üzerine yazacağım anlaşılmıştır sanırım. Yaşam, anlamlardan, anlamlar felsefe taşından oluştuğuna göre, yaşam felsefesinden konuşmazsak, ayıp olur.
Öğrenme temelli bir mesleğim var benim. Eğitmenim. Profesyonel koçum. Dolayısıyla, hayatımı inşaa ettiğim merkezde öğrenme var. Yaşayarak öğrenme… Hayatta hiç bir öğrenme tek başına bir öğrenme değildir; aslında, altında daha derin düzeyde öğrenmeler içerir. Yürümeyi öğrenirken, yere sağlam basabilmeyi öğreniyorsundur aslında. Yere düştüğünde, kalkıp yola devam edebilmeyi… Yere düşüp yolu öptüğünde, hatalarınla örülü adımların ne eli öpülesi bir değeri olduğunu gösteriyordur.
Okumayı öğrenirken; işaretlerin dilini, hayatın seninle sembollerle konuştuğunu fark edebilmeyi… 29 harfin farklı kombinasyonlarını birleştirerek sonsuzluğa açılabilmeyi… Birbirine benzemeyen harflerin yan yana gelerek tanıdık, çok derin anlamlar oluşturabileceğini… Tıpkı birbirine benzemeyen insanların bir araya geldiğinde tanış olup, çok derin anlamlarda buluşabileceği gibi…
Yazmayı öğrenirken, bir sembolün bir sembolle birleştiğinde başka bir kapı açtığını çözebilmeyi… Hayattaki bütün kapıları açabilecek anahtarların kendi kaderini yazabilmekten geçtiğini anlayabilmeyi öğreniyordun aslında.
Bisiklet kullanmayı öğrenirken, dengede kalabilmeyi öğreniyordun. İki tekerlekli bir şeyin üstünde yolda olmayı deneyimlerken, iki tekerlekli bir zihnin; biri mantık, biri duygudan oluşan taraflarının dengesini ayarlıyordu sistemin.
Araba sürerken, benzin yerine bilinç doldurulmuş bedenini nasıl kullanabileceğini fark ediyordun. Araba gibi bir direksiyonu vardı kendi bedeninin. Buna “bilinç” diyordun. Bilincini her kullandığında, hangi yoldan gitmeyi seçtiğini belirliyor, bedeninin direksiyonunu oraya doğru kırıyordun. Yanlış yollara girdiğin oldu evet, çıkmaz sokaklarda kaldığın zamanlar da. Karşı şeride geçtiğin ve karşıdan gelen aracın altında kalabileceğin tehlikeli yollardan geçtin… Arabanın arıza lambasını görmeden süren bir sürücü gibi, arızalanan bedeninin sinyallarini görmezden geldiğin çok oldu. Aracının yakıtına uymayacak bir yakıt doldurmaya kalkmak gibi, bedenin doğasına uymayan yakıtlarla bağımlılık ilişkisi kurmak gibi deneyimlerle öğrene öğrene devam etti yolculuğun.
Hayatında olan bütün taşıtlar, oradan oraya seni taşıyan araçlar, bedeninin sadece bir araç olduğunu, ancak beden aracını kendi yolunda tutarak ilerleyebileceğini öğretiyordu sana aslında.
Yüzerken, kendini hayata teslim ettiğinde, hayatın seni nasıl su gibi akışkan, güvenle taşıyabileceğini öğreniyordun. Suyun üzerindeyken biraz korku yaşa, dibi boylarsın. Biraz stres ol, su yutmaya başlarsın.
Sakin, dingin, rahat ol, uzan suyun üstünde, güvenle kendini ona teslim et, bak bakalım ne oluyor. Suyun kaldırma kuvveti, seni başının üzerinde nasıl taşıyor. Üzerinde tonlarca yük gemileri taşıyan su, seni mi taşımayacak?
Hayat, su gibi akışkan olmayı, teslimiyetle ona güvenmeyi öğretmek için öğretmenlik yapar. Ne zaman ki sürekli olarak gerilim yaşar, fazlasıyla gelecek kaygısı içinde olursan, seni dibe doğru çeker, olumsuz deneyimler yaşatır. Seni oradan oraya sürükler ki, kendine güvenmeyi öğren, evrensel yasalarla uyum içinde olabil diye.
Gel de Mevlana’yı anma şimdi: “Her gün bir yere gitmek ne güzel/ Bulanmadan donmadan akmak ne hoş/ Dünle beraber gitti cancağızım/ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…” Hayatın sırlarına vakıf olabilmek için, her yaşadığımız deneyimin ardında yatan bilgiyi merak etmek lazım. Yeni şeyler öğrenebilmek için. Derin anlamlara ulaştığımızda, hayat anlamlı, daha yaşanabilir ve çok daha yüksek kalitede olmaya başlar.