HAYATTAN GERİYE KALAN

Yıllardır, çeşitli kurum ve kuruluşların davetlisi olarak, konferanslar veriyorum Türkiye’nin dört bir yanında. Çok geniş bir yelpazeye yayılmış, farklı yaş ve sosyal gruplara mensup dinleyicilerle birlikte oluyorum.
Felsefe yapıyoruz birlikte…
Ben anlatıyorum, onlar dinliyor; soru soruyor.
Ben soruyorum, onlar yanıt veriyor; dinliyorum.
Düşünce fırtınaları yaratıyoruz uslarımızın derinliklerinde…

***

Bir süre önce, bir okulun davetlisi olarak, lise öğrencisi gençlerle birlikte oldum.
“Kendini Keşfet” başlıklı konferansımı dinlediler…
Konuşmamın bir bölümünde, felsefenin iki temel sorusunu yönelttim salondaki öğrencilere.
“Ben kimim?”
“Neden varım?”
Tek tek söz verip, yanıtlandırmalarını istedim salondakilerden bu soruları.
Afalladı gençler.
Kimileri önüne baktı, yutkundu.
Kimileri “ık, mık” etti.
Beyinleri kilitlendi adeta…
Belli ki, şimdiye kadar hiç kafa patlatmamışlardı bu sorular üzerine…

***

Evet, çok gençtiler.
Başlarında kavak yelleri esiyordu.
Kendilerini sorgulamaya ne gerek ne vakit bulmuşlardı belki de şimdiye kadar. Ama eminim, aynı soruyu yaşı kemale ermiş dinleyicilere de sorsam durum değişmeyecekti.
Var mısınız bir deneme yapmaya?
Bu satırları okurken bir “es” verin…
Kaldırın başınızı tabletinizden, laptopunuzdan veya akıllı telefonunuzdan…
Ve sorun kendinize…
“Ben kimim?”
“Neden varım?”
Somut bir yanıt verebildiniz mi?
Yoksa, siz de kaybolup gittiniz mi düşünce labirentinizde?

***

Düşünmeden yaşamanın konforu her zaman cazip gelir insanlara.
“Neden varım?” sorusuna “annem babam beni yaptığı için” diye yanıt verenler de olabilir.
Keza, var oluş sebebini sadece “doğmuş olmak”la açıklayanlar da.
Tamam ama, hayvanlar da doğmuyor mu, var olmuyor mu bir şekilde?
Bitkiler de…
Böcekler de…
Yani, var olmak bir kriter mi?
Bir imtiyaz mı?
Hayır!
Ama neden var olduğunu bilmek, kim olduğunu sorgulamak sadece insana özgü bir ayrıcalık…
İnsanın hayvandan, bitkiden ayrıldığı, ayrıştığı nokta hatta…

***

Var oluşuna bir mana, bir sebep yükleyebildiği oranda insan olur insan. “İnsan” unvanını, varlığını sorgulamaya başladığında hak eder.
Çok haklıdır Sokrates “sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” derken.
Kim olduğunu, neden var olduğunu bilmeyen “insan”ın herhangi bir canlıdan ne farkı kalır?
Kalır mı?

***

MÖ 500 yılında, Yunan yazar Aristofanes “Hayattan geriye kalan yaşam biçimidir” demiş.
Yaşam biçimi…
İşte hayatın “abrakadabra”sı bu bence. Bugün, yaşam biçiminizle varsınız… Yıllar sonra da, yaşam biçiminizle anılacaksınız.
Ve, “ben kimim” ve “neden varım” sorularına belki de farkında olmadan verdiğiniz yanıtlar yaşam biçiminizde gizli. Yaşam biçiminiz, hayata attığınız imza aslında.

***

Hani hep “yaşam çok kısa” der, yılların su gibi akıp gitmesinden yakınır ya insan…
Yaşam biçiminiz, hayatın kısalığını nasıl yorumladığınızda gizlidir aslında.
“Aman be, hayat kısa; takma kafanı hiçbir şeye, doya doya yaşa, ye iç eğlen” de diyebilirsiniz.
Hedonizmin peşine takılır, sadece hayatın size sunduğu hazlara odaklı yaşarsınız.
Ya da farklı bir yorum getirebilirsiniz yaşamın kısalığına…
“Amaçlarıma ulaşmam için sürem sınırlı, vakit kaybetmemeliyim.” diyebilir…
İdealizmin rehberliğinde geçirebilirsiniz ömrünüzü…
Her ikisi de yaşam biçiminizdir.
Var olma sebebinizin dışa vurumudur bir anlamda.

***

Hangi yaklaşım doğrudur peki?
Görecelidir elbette bunun yorumu.
Ayrı bir tartışma konusudur hatta…
Ne birinci grubun savunduğu “adam sen de”cilik doğrudur….
Amacı olmayan bir hayat boştur zira.
Ve sadece gülüp eğlenmek bir amaç olamaz insan hayatında bence.
Ne de ikinci grubun hedeflediği salt ideal odaklı sentetik bir hayat…
Çünkü içinde tutkuların, çılgınlığın olmadığı bir hayat kurudur.
Doğrusu iki yaklaşım arasında denge kurabilmek…
Ve o “sihirli denge”ye giden yolda kutup yıldızı, insanın kendisini sorgulaması.
“Ben neden varım?” diye sorması kendi kendisine.

***

Milan Kundera, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”nde ilginç bir tespitte bulunur.
Kundera’ya göre sadece bir hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.
Ne istediğimizi bil(e)mediğimizden değil midir mutsuzluklarımız?
Ve ne istediğimizi bilmiyor olmamız; kim olduğumuzu, neden var olduğumuzu bilmememizin sonucu değil midir aynı zamanda?

***

Sonuç mu?
Kesin, mutlak bir sonuç yok.
Herkesin sonucu, kendisine göre.
Yalnız başına çıkar insan kendisini keşif yolculuğuna.
Kim olduğu, neden var olduğu sorularının yanıtını hiçbir kitapta bulamaz insan.
Bir başkasından kopya da çekemez.

***

Var olmanın tersi yok olmaktır, “hiçlik” tir.
Dolayısıyla hiç olmadığını ispat çabasıdır insanın neden var olduğunu sorgulaması.
Elbette “hiç gelip, hiç gitmek” de insanın kendi tercihidir.
Ama…
Ancak, neden var olduğunu bilerek yaşayan insan bir iz bırakır arkasında.
Hiçliğin finaliyse yok olmaktır sadece…

 

Mavişehir ve İzmir'in en sevilen genel kültür, magazin ve güncel hayat dergisi.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir