Hayatta neleri yapmak fark yaratır?

0
4

Bu soruyu hiç sordunuz mu kendinize: Hayatta neleri yapmak fark yaratır?
Biliyor olmak değil, yapıyor olmanın altını özellikle çiziyoruz.
Niçin? Yapmak her zaman fark yaratır da ondan 🙂
Fark yaratmanın bu kadar öne çıktığı değişim çağında “Nasıl fark yaratırım?”, “Nasıl inovasyon sağlarım?”, “Marka imajımı farklı olarak nasıl parlatırım?”, “Nasıl üstünlük elde ederim?” sorularının sıkça sorulduğu dönemde, evrensel bilgilerin de ışığında fark yaratmayı ele almak istedik…

O halde kendi listemizi yapalım:

1. Doğruyu bilmek değil, yapmak fark yaratır.

Biliyorsanız ancak yapmıyorsanız, kendi doğrunuza fazlasıyla tutunmuşsunuz demektir.

Fazla yemenin midenizi rahatsız edeceğini biliyor ve yemeye devam ediyorsanız, kendinizi sabote ediyorsunuz demektir. Öfkenin sağlığınızı tehdit ettiğini biliyor, olur olmaz öfkelenmeyi sürdürüyorsanız, sabotajcınız sizi yönetiyor demektir. Rüşvet almanın ahlaki olmadığını biliyor ve alıyorsanız, sabotajcınızın esirisiniz demektir.

Sabotajcı da kim derseniz; size “doğruyu bildiğiniz halde yaptırmayan tarafınızdır” deriz.

2. Değerlerin ışığında yaşayan fark yaratır, hayatı kazanır.

Hayat, dünyaya geldiğimiz anda bize hem kendimize değer katma, hem de yaşama değer katma şansı sunar. Yaptığımız iş ne olursa olsun, hiç fark etmez. İçsel gücü harekete geçirebilmektir önemli olan. İster masa başında yaratıcı işler yapın, ister şantiyede inşaat yapın, ister adliye koridorunda mübaşirlik… Ne fark eder ki; yaşamda anlam yaratmak; kendine ve hayata değer katmaktır esas olan.

Hayatla “Kazan/Kazan” ilişkisi kurmamız değerlerimizle tatminkar düzeyde yaşamaktan geçer. Değerlerinin farkında olanlar, hem zamanlarının kıymetini bilerek nitelikli zaman geçirirler, hem de sahip oldukları kaynakların değerini bilerek kendilerini var ederler. Yaşamda değer yaratırlar, katkı sunarlar. Bu insanlar “can sıkıntısı” yaşamazlar. “Yalnızlık” korkusuna kapılmazlar. Şikayet ederek boşa zaman geçirmezler. Bunu çözecek güçleri varsa, yapmanın yolunu ararlar. “İşe yaramamak” gibi zaafları hiç olmaz. “Bu iş benim üstüme yıkıldı, yazık bana…” gibi kurban rolü ile işleri hiç olmaz. Çünkü neyi neden yaptıklarını bilirler ve yüksünmeden yapmaya koyulurlar.

Hani ebeveynlerimizin zihinlerimize kazılı meşhur sözü vardır: “Yaptığın bana ise, öğrendiğin sana”.

Değerlerinin farkına vararak yaşayanlar, keyifle öğrenmeye odaklıdır.

3. Kendini bilmek fark yaratır.

Başkalarının (şöhretlerin, teknoloji fenomenlerin, popüler kültür figürlerinin) ne yediği, ne içtiği, ne giydiği, nasıl bir yaşam biçimi içinde olduğu pompalana dursun, sizi sizden almak isteyen manipülasyonlar karşısında nasıl tepki verdiğiniz önemlidir.

Başkalarının üzerinden düşünmeyi sürdürmek yerine, kendinizi geliştirebilme çizgisi üzerinde yürüyorsanız, işte bu fark yaratır.

Kadim uygarlıklarda, tapınaklarda yazan “Kendini bil” ifadesinin karşılığı şudur: Evrensel sistemin işleyişini anla, kendi kişisel özelliklerini tanı, karakter özelliklerini, huyunu suyunu bil, güçlü yanlarını, zayıf (gelişime açık) yanlarını fark et ve bunları yönetebil. Kendini tıpkı bir heykeltraşın eserini şekillendirir gibi şekillendirmeyi sürdür. Çünkü yaşamak bir sanattır, ustalık gerektirir. Hayat yolculuğunda kendini ustalığa hazırla.

Kendinizi nasıl gördüğünüz çok önemlidir. Çünkü diğer insanlar, sizi, kendinizi gördüğünüz pencereden algılarlar. Kendinizi doğru tanımladığınızda, doğru ifade edersiniz. Doğru ifade ettiğinizde, doğru anlaşılırsınız. İmaj, kendinizi tanımlama biçiminizdir. “Kim olmayı deneyimliyorum?” sorusuna vereceğiniz cevap, tüm davranışlarınızı etkiler.

4. Zaafını kabul edip dönüştürebilenler fark yaratır.

Kendi karakter özelliklerini bilmenin diğer bir yönü de, zaaflarımızı bilmektir. Zaaflar, karanlık tarafımızdır. Bazen kör alanımızdır, bazen gizli alanımız. Durum böyle olunca zaaflar; insani bir zaaf olarak, halının altına süpürülür. Oysa ki zaaflar halının altına süpürülmek için değil; göz önünde bulundurulmak içindir. Nelere karşı zaaf gösterdiğimizin farkında olmak, insanın kendini gözlemlemesini, yanlışlarının farkına varmasını, farkına vardığı yanlışı doğru davranışa dönüştürmeyi sağlar.

Zaafların, onları gizledikçe ve yok saydıkça büyüme gibi bir özelliği vardır.
Ego bizimle aynı bedenle yaşar ve oyuncu tarafımızla rolden role girer.
Kendisini ya da başkasını eleştirmek, suçlamak, zavallılaştırmak, tabulaştırmak, düşmanlaştırmak en bilindik özelliğidir.

Tasavvufun “İfrat-tefrit” adını verdiği bir uçtan bir uca gitmek, salınmak, dengeden uzaklaşmak insani zaafımızdır. “Yükseklik kompleksi” ile “aşağılık kompleksi” aynı şeydir nihayetinde…

Zaaflar, kabul edildiğinde yakamızı bırakır. Buna “kabul etmenin özgürlüğü” denir. Zaafını kabul edip gözlemleyen, üzerindeki etkisini azaltmaya başlar. Bunun kendine, vicdanına, bünyesine “zarar verdiğini” fark edip, “halletme, çözme” niyetini koyan, içindeki yaratıcı zeka tarafından desteklenir.

İçsel zaafımız, hem ezeli düşmanımız, hem de en yakın dostumuzdur.

Zehirin ve panzehirin aynı maddeden yapılması gibi, birbirlerini var ederler.

Tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi zaaflarını güzelliğe dönüştürebilenler, fark yaratır. Öyleyse değişim, zaafları dönüştürme enerjisini, güven enerjisine çevirir. Hatırlayalım ki biz, “Değiştim” diyenlere değil, tutarlı davrananlara güveniriz.

5. Empati gücü seni gerçek anlamda insan yapar. 

Kendi sistemi içinden dünyaya bakmaya biz kısaca “bakış açısı” diyoruz. Hayat boyu en iyi yaptığımız şeydir, kendi bakış açımızdan dünyayı görmek. Fakat görünenin ardında bir de görünmeyen vardır. Ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bunu artık biliyoruz. Hoş bilmesek de, siyasetçiler sayesinde daha iyi anlamış bulunuyoruz. Zira; barış, özgürlük, adalet, eşitlik vb. değerlerin içini ne kadar farklı doldurduklarını görmekteyiz.

Şunu kabul etmemizde yarar var: İnsan, neyi nasıl görmek ister, neyi nasıl tanımlamak isterse, o kavram bu bakış açısının şeklini alır. Yani, kendi çıkarlarımıza göre algılar, çıkarlarımıza uygunu duyar, çıkarımıza uymayanı duymaz, dikkate almayız.

Kendi çıkarlarının peşinden giden değil, bunu aşabilen insan “Empati gücü” gelişmiş, sağduyulu insandır. Kitaplarda yazan bilgiyi hayatın içine alıyorsan, yeterince duyarlı davranıyorsun demektir.

İnsan en yakınlarına acımasız davranma eğilimindedir. Eşinle yaptığın kavganın faturasını eşine çıkarmak kolaydır; burada kendi payını araştırman, seni gerçek anlamda insan yapar. Eşinin hangi duygularla bu davranışı yaptığını anlaman, anlayışını yükseltir.

Annenin ya da babanın yanlışını görmek kolaydır; o yanlışın içinden doğru çıkarmak seni gerçek anlamda insan yapar. Hangi koşullarda, hangi sebeplerle bu yanlışın oluştuğunu bulabilmen senin bakış açına değer katar.

Evladının “senin gibi” davranmadığı için eleştirmen kolaydır; kendini onun yaşına indirgeyip, onun sisteminden dünyanın nasıl göründüğünü, nasıl algılandığını merak ediyorsan, insanlaşıyorsun demektir.

Kendi sisteminin içinden hayata ve insanlara bakma devam edeceksen, diyeceğimiz yok. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “Sen de haklısın.”
Mesele haklı olmak mı, insan olmak mı, ona karar vermek lazım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz