Endülüs’de dolaşmak zamanın içinde kaybolmak gibi bir şey. Bir bakmışsın bugündesin bir bakmışsın dünde, bir bakmışsın yüzyıllar öncesinde… Bir an sen gibi hissettiğin, sağa baktığında eski bir karakter gibi olmak istediğin, sola baktığında flamenko yapan bir dansçıymışcasına kendini o rengarenk müziğin büyülü ahengine bırakmak istediğin bir bölge Endülüs. İspanya’nın güneyinde. Bir defa gitmekle keşfedilemeyecek kadar zengin bir kültürü var. Benim zamanım bir kaç yeri görmeye yetti. Eğer sizin zamanınız varsa yetinmeyin bir kaç yerle, bir kaç günle; görebildiğiniz kadar ya da görmeyi aklınıza getiremeyeceğiniz kadar çok yer görün bu gizemli İspanya yöresinde.
Benim ilk durağım Sevilla idi. Sevilla Endülüs’ün başkenti. Her an kıpır kıpır, coşkulu, her köşesinden sanat, tarih ve kültür taşan bir şehir. Otantik havası insanı kucaklayıveriyor hemen. Dar sokaklarında rastgele yürürken kalbim bir çiçekten diğerine konan bir kelebek gibi o sokaktan bu sokağa koştu durdu.
Sevilla’da görülecekler listesi oldukça kabarık olmasına rağmen belli başlı yapılar birbirine yakın. Bu yüzden şehrin merkezinde kalmakta fayda var. Sevilla Katedrali gotik mimari tarzda inşa edilmiş bir yapı. Kendi tarzında kilise olarak dünyanın üçüncü büyük mimarisi. Oldukça etkileyici bir havası var. Kristof Kolomb’un mezarı da burada. Katedralin tepesinde yer alan La Giralda çan kulesi katedrale sonradan eklenmiş. Çıkması biraz zahmetli ama manzarası harika. Sevilla’yı tepeden görmek istiyorsanız çıkmanızı kesinlikle öneririm. Büyüleyici bir görüntüye sahip. Harika fotoğraflar çekebilirsiniz. Katedralin hemen yanında yer alan Alcazar Sarayı islam sanatının izlerini taşıyan, yüzyıllar boyunca İspanya krallarına ev sahipliği yapmış oldukça görkemli bir yapı. Bahçesi harika ve bu harika bahçede sevimli bir kafe var. Ben bu kafede oturmaya, etrafı izlemeye, izlerken kendimle başbaşa kalmaya doyamadım.
Sevilla’ya Mayıs ayının sonunda gittim, hava oldukça sıcaktı. Yazın ortasında gitmek çok doğru bir seçim olmayabilir zira Sevilla sokakları avare avare dolaşıp harika tapasları tatmak için sizleri bekliyor olacak. İspanya Meydanı’nda oturup etrafı izlemeyi, lezzetli yemekler yemeği, bir kadeh sangria içmeyi mutlaka listenize ekleyin.
Sevilla’dan sonraki ikinci durağım küçük ama çok sevimli bir şehir olan Cordoba’ydı. Cordoba UNESCO’nun dünya kültür mirasları listesinde. Ufak oluşu sayesinde kolayca keşfedilebilir. Ben çok şanslıydım çünkü orada olduğum süre içinde flamenko festivali vardı ve şehir tek kelimeyle rengarenkti. Yüzyıllar boyunca değişik dinlerin ve kültürlerin etkisinde kalmış olan bu sevimli İsyanyol şehrinde görülmesi gerekenlerin başında eskiden dünyanın üçüncü büyük camii olup daha sonra katolik bir katedrale dönüştürülmüş olan Mezquita kilisesi geliyor. Bu cami/kilise olağanüstü mimarisi, yüksek sütunları, renkli tuğlalarla döşenmiş kemerleri ve alacalı ışık süzmeleri ile insanı mistik ve hülyalı bir dünyaya sürüklüyor. Cordoba’da görülecek başka tarihi yerler olsa da ben hakkımı flamenko festivalinden, şehrin beyaza boyanmış dar sokaklarından, çiçeklerle döşenmiş avlularından ve ufak meydanlarındaki şirin kafelerinde oturmaktan yana kullandım. Flamenko festivali tek kelime ile harikaydı. Sokaklar, meydanlar, nehir kıyısı flamenko kıyafetleri ile dolaşan insanlarla doluydu. Onları izlerken aralarına katılıp flamenkonun kollarına bırakasım geldi kendimi.
Cordaba’dan sonra güzergahım Granada oldu. Granada müslüman ve İspanyol kültürünün iç içe olduğu, dağlarla çevrili bir vadide kurulmuş olan sihirli bir şehir. Tabii ki ününü masallara konu olmuş olan Elhambra sarayından alıyor. Yapımında kullanılan kırmızı kilden dolayı adı Arapça’da Kızıl Kale anlamına gelen bu şatafatlı saray süslemeleri, avluları, çeşmeleri, geniş bahçeleri ile geçmişin görkemli ve mistik havasını hala koruyor. Saray oldukça büyük ve dolaşması biraz zaman alıyor. Rehberler eşliğinde dolaşmanız gerekiyor. Sarayın gece görüntüsü de muhteşem. Ne yapın edin Elhambra’nın gece görüntüsünü kaçırmayın. Tavsiyem sarayın yer aldığı tepenin karşısındaki kafelerde oturup manzarayı mutlaka seyretmeniz; sakın ola ki seyretmeden dönmeyin. Bu seyahatimde şans benden yanaydı. Cordoba’dan sonra Granada’da da festivali yakalamıştım. Sokaklarda seranad yapan delikanlılar, rengarenk kostümleriyle meydanlarda dans eden insanlar, müzisyenler öylesine coşku doluydu ki kendimi şarkı söyleyip dans ederken buldum İspanya’da. Endülüs bölgesinde görülecek o kadar çok yer var ki hepsini buraya sığdırmak mümkün değil. Özetle her yeri tarih, sanat, kültür kokan, farklı dinlerin gizemli izlerini taşıyan, flamenkoyla coşan, birbirinden lezzetli tapasları ile sizleri bekleyen İspanya’nın bu cıvıl cıvıl bölgesini ıskalamayın. Eminim keşfetmeye doyamayacaksınız.