“BEN”İ SEVİYORUM

0
1

Yunanistan’da kitabımın yayınlanmasının ardından Atina’dan bir konferans daveti gelmişti.
“Yaşamak istediğimiz hayatlar ve yaşamak zorunda olduğumuz hayatlar.” başlıklı bir söyleşi yaptım Acropolis Hill Oteli’nin toplantı salonunu dolduran Yunan felsefe severlerle…
Konferansın başında, çok sevdiğim bir oyunu oynadık katılımcılarla…
“Bir kâğıt alın” dedim, “üzerine kocaman bir “Bir” (1) çizin…”
Ve unutmayın bu “bir” “sizsiniz”, yani kendinizsiniz…
Yanına sizin için önem taşıyan her kavramı bir “sıfır” olarak ekleyin…
İlk “sıfır” aileniz olsun mesela…
Bir anda “on” oldunuz…
İkinci sıfır işiniz olsun… Yüz oldunuz…
Üçüncü sıfır eşiniz, ya da sevgiliniz… Bin oldunuz.
Dördüncü sıfır hayalleriniz…
On bin oldunuz…
Sürdürdüm “bir”in yanına sıfırlar eklemeyi…
İdealler, hobiler, tutkular, çocuklar, dostlar, vs… derken…
Yeni sıfırlar ekleye ekleye o “biri” milyarlara kadar çıkarttım…
Ve sordum…
“Bir neydi?”
Sizdiniz…
Silin o “bir”i, ne kaldı geriye?
Anlamını yitirmiş bir sürü “sıfır.”
Şaşırdılar; başlarını yukarı aşağı sallayıp haklılığımı teyit ettiler…

***

Her şey o “bir”le başlar aslında…
Siz varsanız tüm diğer “sıfır”lar var…
Onlar, sizin mevcudiyetinizle değerli…
O “bir” illa olmalı ki, peşi sıra uzayıp giden sıfırlar bir şey ifade etsin…
O bir “olmazsa olmaz.”
O malum “bir”in yokluğunda hepsi kocaman bir sıfırlar dizisi…
Hepsi o…

***

Kendilerini hiçe sayarak, adeta o “bir”i sıfırlayarak yaşayanları hayretle izlerim.
Keza o biri keşfetmektense kamufle etmeye çalışanları da…
Bir olabilmek için ille de bir “sıfır”a gereksinim duyanları…
Sıfıra anlam katmak yerine sıfırdan medet umanları…
Hayatları boyunca “bir” olamayıp da sıfırların arkasına gizlenenleri…

***

Bencil ve egoist kavramlarını karıştırmamak lazım…
Farklı şeyleri anlatırlar aslında.
Egoistlik insanın sadece ve bir tek kendini düşünmesidir.
Bencillik ise “önce ben” diyebilmektir…
Egoist olmak kötüdür, kabul…
Ama bencillik, bir yere kadar “şart”tır, gereklidir. Zira “bencil’in ikinci hecesini sildiğinizde geriye kalan o “ben” varoluşun özüdür aslında…

***

Ben olmadan biz olmaz…
Ol(a)mamış “ben”lerin oluşturduğu “biz”lerin içi boştur, hamdır.
Her şey o “ben”le başlar…
Misal, mutlu etmek isteyen önce kendisi mutlu olmalıdır.
Mutsuz olan mutlu edemez.
İnsan önce kendisini sevmelidir.
Kendisini sevmeyen, kimseyi sevemez.

***

Sosyal yaşamın her alanında ıskalanan “ben”lerle karşılaşmaz mıyız? Ben, giderek cümlenin öznesi olmaktan çıkar, sıradan bir nesneye dönüşür…
“Bir elmanın iki yarısı gibi olmak” yaklaşımını asla anlayamam mesela.
Bana çok suni gelir, çok gereksiz bulurum.
Neden diğer yarısını arar ki insan?
Ve neden o diğer yarıdan yoksunken sürekli eksik hisseder kendisini?
Bir araya gelmiş, iki ayrı bağımsız elma olmak daha güzel değil mi?
Elmanın diğer yarısına muhtaç olmak insanın kendi içinde “tam” olamadığının itirafı değil midir aslında?
Yarım artı yarım “bir” eder, ama bir artı bir ikidir ki “bir”den çok daha güçlüdür en nihayet…

***

Ruh ikizi…
Bu tanımı da anlayabilmek zor.
Birebir kendisiyle aynı şeyleri düşünen, hisseden birisiyle birlikte olmak kişiye ne katar ki?
Kendisini tekrar etmekten başka…
Bilakis kendisinden farklı olanlar geliştirir insanı.
Farklı ruhlar birbirlerini etkiler, başkalaştırır.
Ve insan kendisinden farklı olanı tanıdıkça keşfeder kendisini…

***

Adeta güreşircesine birbirlerine sarılarak yürüyen çiftler vardır mesela…
Gülümseyerek izlerim onları.
Önemli olan aynı yolu birlikte yürümek değil midir?
Yan yana yürümek…
Ama iki ayrı birey olarak yürümek…
Tek vücut olmak mı?
Neden?
Şart mı?
Metazori bir çaba değil midir bu?
Ve bu zorlama, aslında olmayan o “bir”i kamufle etmek değil midir?

***

“Ben” olabilmek için sürekli bir başkasına ihtiyaç duyan insan, en yalın ifadeyle “kişiliksiz”dir.
Kişiliği gelişmediği içindir ki hayatında sürekli birilerine ihtiyaç duyar. Yalnız kalmaktan korkar.
Kendisiyle baş başa kalmaya tahammül edemez.
Evde tek başına oturamaz mesela.
Ya telefonla arar birisini saatlerce boş boş konuşur.
Ya da ille de birileriyle dışarı çıkmak ister.
Kaçar kendisinden.
Kendi kendisinden sıkılır.
Ve kendi kendisine bile yetemeyen birisi bir başkasına ne katabilir ki?
İnsan sosyal bir canlıdır…
Sürekli çevresiyle etkileşim halindedir, olmalıdır da…
Kabul…
Ama bireyin önce kendi kendisiyle mutlu olmayı bilmesi lazım.
İçindeki o “ben”le arkadaş olabilmesi…

***

O “ben”le arkadaş olabilmek için de önce o “ben”i keşfedebilmek lazım…
Ki bu da, özümüzdeki aynaya bakabilmekle mümkün…
Yaşadığımız olaylar buluşturur bizi o aynayla…
Hayatlarımıza aldığımız insanlar bazen ayna olur bize.
Tebrizli Şems’in Mevlana’yı içindeki Mevlana ile buluşturması gibi…
Sohbet esnasında söylenmiş minik bir cümle, insanı kendisiyle yüzleştirmeye yeter bazen.
Hiç ummadığımız bir anda kendimizle yüzleştirir bizi.
Görmediğimiz, göremediğimiz “ben”le baş başa bırakır bizi.

***

Cesaret ister o aynayla yüzleşebilmek.
Bakarız ama ne göreceğimizin bir garantisi yoktur…
Bu yüzden kaçar insan sürekli o aynadan.
Aynayla yüzleşme fikri korkutur.
Çünkü ayna olanı gösterir insana, görmek istediğini değil.
Elmanın diğer yarısını aramak işte aynayla yüzleşme korkusunun sonucudur.
Kendini kandırma çabasıdır elmanın diğer yarısını ya da ruh ikizini aramak.
“Ben”i ortaya çıkartmaktansa sindirmektir aslında…

***

Portekizli edebiyatçı Fernando Pessoa’nun ölümsüz eseri “Huzursuzluğun Kitabı”nı okumanızı öneririm. İşte, o başyapıta adını veren huzursuzluktur benliğe yolculuğun başlangıç işareti.
Sanılanın aksine güzel bir histir o huzursuzluk…
Kişinin kendisini beğenmemesi, yetersiz bulması…
Duygularını sorgulaması, eleştirmesi.
Kendisine başkaldırması…
Kendi kendisine ihtilal düzenlemesi
Kabuğunu kırıp içindeki o çekirdeğe ulaşması…
İnsanın kendisini kaybedip kaybedip yeniden bulması…
Ve her arayışta kendisini yeniden keşfetmesi.

***

Yazının başındaki örneğe dönecek olursak, o “bir” yani “ben” güneştir insanın hayatında.
Tüm eklenen “sıfırlar” güneşin ışığını yansıtan birer “ay”dan ibarettir.
Dolayısıyla insan o “ben”in ışığını keşfetmedikçe loşta kalır her şey.

***

Ve elmanın diğer yarısını aramakla değil farklı elmaları tanımakla mümkündür olgunlaşmak.
İkizini bulduğunda değil, farklı ruhlarla temas ettiğinde tekamül eder insanının ruhu.
Ben büyür…
Ben gelişir…
“Biz” olur…
Ama yine de amaç değildir “biz” olmak son tahlilde…
Olmamalıdır.
O “biz”in içindeki “ben”i özgür kılabilmektir aslolan…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz