Buzzz! Bu yıl New York’da hava gerçekten buz. Bir acaip soğuk. Donuyoruz. Hatta donmakla kalmayıp kıkırdıyoruz. İliklerimize işliyor soğuk. Bugün yeni bir kar fırtınası gelecekmiş. Ne yapalım sağlık olsun da gerisi önemli değil diyoruz; diyoruz ama artık bu havalar ne zaman ısınacak diye de sabırsızlanıyoruz. Durum böyle olunca insanın canı sıcak birşeyler istiyor. İçini ısıtacak birşeyler… Ondan olsa gerek bu şirin kafede yudumlarken kafe lattemi aklıma düştü Midilli!
Uzaklarda özlediğiniz biri birden düşüverir ya aklınıza küt diye; işte öyle. Geçen yaz gittim Midilli’ye. Pek kıymetlim, en candanım, en sevenim, biricik Evdokia’mın arkadaşları Ann ve Andy’nin davetlisi olarak gittim Midilli’ye. Kısa gün çabuk geçer misali pat pat geçti günler Midilli’de. Bol bol dinlendim, güneşlendim, denize girdim. Bu arada hayatımda unutamayacağım kadar şirin Yunan tavernalarına gittim. Ah bir de Evdokiam olaydı yanımda daha ne isterdim şu hayatta!
Midilli Adası yüzölçümü açısından Yunanistan’ın üçüncü büyük adası. Malum Ayvalık’a çok yakın. Hemen karşıda Türkiye’yi görüyorsunuz. Hani tipik beyaz renkli mavi kubbeli evlerin olduğu Yunan adaları vardır ya resimlerde, işte onlardan değil Midilli. Sanki neredeyse Ege’de bir kasabadaymışsınız gibi hissediyorsunuz kendinizi. Mimarisi, suyu, havası, yemekleri pek anımsatıyor ülkemizi. Ann ile Andy’nin çok güzel bir bağ evi var. Zeytinlikler, bağlar, bahçeler arasında iki katlı bir ev. Kendi zeytinyağlarını üretiyorlar. Öyle pek lüks yok. Ama çok güzel dekore etmiş Ann. Bu arada Ann çok başarılı bir sanatçı. Çok güzel ikonalar yapıyor. Hatta köyün kilisesinin ikonalarını o restore etmiş. Gittiğimin ertesi günü sabah erkenden köyün fırınına gidip Ann’in yaptığı kurabiyeleri teslim ediyoruz. O da ne??? Sebzeci geçiyor hoperlörü elinde. Çocukluğum canlanıyor gözümde. Ne de olsa artık New Yorkluyum ben. Unutmuşum sokaktan geçen sebzeciyi. Sonra köyün kahvesinde oturuyorum Andy ile. Yaşlı bir dede başlıyor benimle konuşmaya. Ne ce mi konuşuyoruz? İngilizce! New York’da doğmuş, babası Yunanlıymış; Türkiye’den gitme Yunanlı. Hayat onu Midilli’ye savurmuş. Çok da memnun gözüküyor halinden. Babam sık sık giderdi Türkiye’ye diyor. Fotoğrafını çekmek istiyorum. Çekme şimdi diyor. Ama ben dinlemiyorum. Çekiveriyorum bir kare. Tabii ki gizlice!
Midilli Adası’nın tarihçesi 2000 yıl öncesine kadar gidiyor. Adanın Yunancadaki adı olan Lesbos Yunanlı mitoloji kahramanı olan Lapithos’un oğlu Lesbos’tan kalma. Antik Yunan, Pers, Ceneviz,Roma, Bizans gibi değişik uygarlıklara ev sahipliği yapan ada 1912 yılında Osmanlıların elinden Yunanistan’a geçmiş. Midilli’nin arka tarafı Eressos’da doğan antik Yunan lirik şairi Sappho’nun şiirlerinde kadınlara karşı olan kuvvetli duygulardan bahsetmesinden de yola çıkarak ada her yıl dünyanın değişik yerlerinden gelen eşcinsel kadınların uğrak yeri olmuş. Midilli’de eski Osmanlılardan kalma birçok harabe var. Kimi biraz restore edilmiş, kimine maalesef el değmemiş. Midilli’de görülecek pek bir şey yok diyenleri duydum, okudum. Ama ben bu fikirde değilim. Herşeyden önce Midilli UNESCO listesinde. Nasıl mı? Sigri bölgesindeki 20 milyon yıllık fosil ormanları UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Arkeolojiye ve tarihe merakı olanlar için de adada görülecek ilginç yerler var. Bunların arasında Agia Paraskevi bölgesindeki M.Ö. 3.yüzyıla ait Mesa tapınağı oldukça önemli. Tapınağın Yunan tanrıları Zeus, Hera ve Dionysus’a ithafen yapıldığı düşünülüyor. Yine bu bölgedeki Klopedi Antik Tapınağı, 13.yy’dan günümüze kalan Molyvos kalesi ve yaz aylarında değişik kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapan Midilli kalesi akla ilk gelenler. Midilli, Hristiyan alemi için de önemli sayılabilecek birçok manastır, kilise ve şapele ev sahipliği yapıyor. Efsanevi bir hikayesi olan Saint Raphael Manastırı, Petra’da kayalıkların üzerinde bulunan ve kayalara oyulmuş 114 merdivenle ulaşılan Panayia Glikofilusa kilisesi, 1523 yılından günümüze kalan ve değerli bir kitap koleksiyonuna sahip olan Limonos Manastırı ile Mantamados’da bulunan ve büyülü olduğuna inanılan ikonasıyla bilinen ve her yıl bu ikonaya ithafen düzenlenen festival ile adını duyuran Taxiarches manastırı akla bir anda gelenler. Sözün özü tarihe, arkeolojiye, sanata ilginiz varsa Midilli’den eliniz boş dönmeyeceksiniz.
Midilli’ye giderseniz adanın en romantik yeri olarak kabul edilen Molyvos’a ne yapın edin uğrayın. Molyvos deniz kenarında insana huzur veren manzarası, dar taştan patika sokakları, bizlere hiç yabancı olmayan taş evleri, temiz denizi ve oldukça lezzetli tatlar bulacağınız sahil lokantaları ile oldukça şirin bir belde. Gece geç saatlere kadar da hareketli. Zeytinyağı ve sakızdan yapılmış birçok ürünün satıldığı ufak dükkanlarında eminim kendinize ve sevdiklerinize alacağınız birşeyler bulacaksınız.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Hayatımdaki en şirin tavernaya Liota’da gittim. Adını bilmiyorum ama Liota’daki taverna derseniz insanlar biliyormuş. Hemen karşısında ufak bir kilise var. Masalar dışarıda ve bahçe çok güzel dekore edilmiş. Çok da güzel Yunan müzikleri çalıyorlar. Yolunuz düşerse bir akşam yemeğini muhakkak orada yiyip ev yapımı şaraplarını, kabak çiçeği dolmasını, ahtapodunu mutlaka tadın. Gerçekten harika bir atmosferdi.
Ben sonsuz uykusunda olan Evdokiamı ziyaret etmek istediğim için Midilli’ye biraz kulağı tersten göstererek İstanbul Atina üzerinden uçakla gittim. Ama Türkiye’den gitmek oldukça kolay. Yazın Ayvalık’dan kalkan feribotlarla adaya ulaşım oldukça pratik. Bu arada ada oldukça büyük. Giderseniz araba kiralamanızda fayda var. Denize birçok yerden elinizi kolunuzu sallayarak girebiliyorsunuz. Tam kumun üzerine uzanıp kitabınızı elinize aldığınız an “burası bizim tesisin yeri deyip kibarca kalkmanızı isteyen bir ses” çok şükür yok Midilli’de. Lafın özü sakin, gürültü patırtıdan uzak, fazla lüksün olmadığı, bol bol dinlenip, denize girip, leziz yemekler yiyeceğiniz, fazla pahalı olmayan, yakınlarda bir yere gitmek isterseniz Midilli aklınızda olsun.
Her yazımda olduğu gibi benim yine çenem açıldı. Yazdıkça yazasım geliyor. Bıraksalar sayfalar dolusu yazacağım. Ama dergi benden ve benim hikayelerimden ibaret değil tabii ki! En iyisi mi bir dahaki sayıda görüşmek üzere deyip şimdilik vedalaşalım. Önümüzdeki ay operanın, müziğin, tarihin ve kültürün ana merkezlerinden biri olarak ün yapmış olan o şehirde buluşana dek sağlık ve mutlulukla kalmanız temennisiyle…