Yaşadığımız günler, eski düşünce kalıplarının kırıldığı, eskimiş inanışların kökünden değiştiği, dönüştüğü süreçleri içinde barındırıyor. Kah düşüyoruz, kah kalkıyoruz, olaylar ve insanlar karşısında kah geriliyoruz, kah şaşıp kalıyoruz. Film senaryolarını aratmayacak cinsten olaylar örgüsünü yaşarken, nutkumuzun tutulduğu, sıtkımızın sıyrıldığı , hop oturup hop kalktığımız, deveyi hendekten atlattığımız bir çok deneyimle hayat denilen bilmeceyi çözüyoruz.
Hayat, eski düşünce ve inanışlarımızı değiştirmemiz, kırmamız için bizi önce nazikçe uyarıyor. Nasıl uyarıyor? Başımıza bir şey geliyor mesela. Göğsünüze bir dirsek yemek gibi, ayağa bir çelme almak gibi, omzunuza basarak çıkılması gibi…
Hayatın bu nazikçe uyarısını, işaret dilini okumak yerine, diğerlerini mi suçladın? Bir tokat geliyor.
Bu tokadı okumadın ve kendini mi suçlamaya başladın? Bir tokat daha iniyor. Bu kez, ağır oluyor ama eli… Muhtemelen, uykusuz geceler, psikiyatri seansları, ilaçlar…
Bu tokadı okumadın ve durumu kabullenemedin mi? Kabulleninceye kadar diptesin…
Hayatın inişli çıkışlı tiyatro sahnesinde olayları yanlış yerden tuttuğunda, “Neden?…” diye sormaya başlarsın. “Neden ben?..”, “Neden hep beni buluyor bu terslikler?”, “Neden haklı olduğumu anlamak istemiyorlar?..”
Bir dokun bin ah işit durumuna döndürmek istemiyorum mevcut durumu. Sadece, sorgulamak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, sorguladığın kadar özgürleşirsin.
Yaşadığımız deneyimi diğerlerinin üstüne yıkmak, hayatın adaletsizliğine, zalimliğine bağlamak kolay. Hele hele kadere havale etmek, neredeyse ilk refleks. Bu ilkel beynimizin yaptığı bir şey.
Fakat böyle olmak durumunda değil. Kendini gözden geçirme davranışı, yaşadığımız değişim çağında yaptığımız ilk şey, ilk refleks olmak durumunda artık. Bunun zamanı geldi de geçiyor bile. Sorgulayan insan tavrı, hayatın bütün zorluklarına göğüs germemizi sağlayacak ve bizi güçlendirecek en değerli adım.
İletişimde temel farkındalıkları gözden geçirelim önce:
•İç dünyamızda nasıl olduğumuz, dış dünya ile kurduğumuz iletişimi belirler. Yani, sen kendinle iletişiminde nasıl hissediyorsan kendini, diğer insanlarla ilişkinde de öyle hissedeceğin evrensel bir kural. Sen değer veriyorsan kendine, başkalarının da sana değer vereceği basit bir denklem. “Niye bana değer vermiyor kimse?” demek yerine, şu soruyu sormaya başladık mı, bir şeyler olumlu yönde değişiyor demektir: “Kendime gerçekten değer veriyor muyum?”
• Olumsuz zeminden algılıyorsak, zihnimiz olumsuz durumları bize gösterir. Olumlu zeminden algılıyorsak, bardaktaki suyun dolu tarafını da görür, bunu ifade ederiz.
• Kişisel algıladığımızda zihnimiz senaryo yazar, durumu büyütür. Kişisel algı, üzerimizde yönetilmesi zor stres yaratır. Kişisel algılamayı bıraktığımızda, durumu yönetebilir hale geliriz.
• Farkındalıkla kendini gözlemlediğinde, olaylara dışarıdan baktığında, olumsuz döngülerin de içinden çıkarsın. Bu duruma kuantum, “Gözlemleyen gözlemleneni etkiler” diyor. Kendini gözlemlemeye başladığında, kendini kontrol etmeye başlarsın.
• Kendini kontrol ettiğinde, iletişim ve ilişkilerini bilinçli olarak yönlendirmeye başlarsın. Karşındakinin seni manipüle etmesine izin vermezsin. Efendiliğini bozmazsın. Sonradan pişman olacağın tepkiler vermezsin. Sakinliği elden bırakmazsın. Hatırlamak lazımdır ki, sakinlik en büyük güçtür.
O halde, iletişim tarzımızı, ifade biçimimizi yeniden gözden geçirmenin zamanı gelmedi mi?
İletişimde temel farkındalıkları şimdi hayatın içindeki örneklerle buluşturalım…
Eski ifade biçimi: “Bana değer vermiyorsun.”
Sorgulayarak durumu analiz etme/Kendini gözden geçirme biçimi:
“Benim değer kriterlerim neler?..”
“Bana ne yapıldığında değer verilmediğini düşünüyorum? Ne yapıldığında değer verildiğini düşünüyorum?..”
“Kendime gerçekten değer veriyor ve bunu gösteriyor muyum?”
“Ben ona gerçekten değer veriyor ve bunu gösteriyor muyum?”
“Ebeveynlerim kendine değer veriyorlar mı? Annem ve babamdan kendine değer vermek konusunda ne öğrendim?..”
“Çocukluğumda kendine değer vermek konusunda bana verilen mesaj neydi?..”
*****
Eski ifade biçimi: “Beni sömürdü…”
Sorgulayarak durumu analiz etme/ Kendini gözden geçirme biçimi:
“Sömürülmeye izin veren tarafımı nasıl değiştirebilirim?”
Hangi konuda sınırlarımı netleştirmem gerekiyor?”
“Gerektiği zaman hayır demek ve kişinin durması gereken yeri çizmek konusunda öğrenmem gereken nedir? Bunu nasıl yapabilirim?”
“Benim onu ya da herhangi birini sömürdüğüm oldu mu, böyle bir davranışı yapmış olabilir miyim?”
“Ebeveynlerimin sömürüldüğüne tanık oldum mu? Onlardan bu konuda neler öğrendim?..”
“Sömürülmek konusunda çocukluğumda bana verilen mesaj neydi?..”
*****
Eski ifade biçimi: “Bana haksızlık yaptın…”
Sorgulayarak durumu analiz etme/ Kendini gözden geçirme biçimi:
“Tam olarak ne yaşadım? Bu durumu, haksızlık olarak niçin algılamış olabilirim? “Kendime haksızlık yapmış olabilir miyim?”
“Ben, ona/ ya da bir başkasına haksızlık yaptığım olmuş olabilir mi?
“Ebeveynlerimin haksızlığa uğradığı oldu mu? Onlardan bu konuda neler öğrendim?”
“Haksızlık konusunda çocukluğumda bana verilen mesaj neydi?..”
*****
Eski ifade biçimi: “Senin yüzünden bunu yaşadım…”
Sorgulayarak durumu analiz etme/ Kendini gözden geçirme biçimi:
“Burada fark etmem, görmem, öğrenmem gereken ne?”
“Bu durumda benim kontrolümde olan, yapabileceğim ne var(dı)?”
“Bu durumu bir daha yaşamamak için hangi sorumluğu almam, nasıl inisiyatif geliştirmem gerekiyor?..”
“Ebeveynlerim benimle konuşurken suçlayıcı iletişim dilini kullandı mı?..”
*****
Varoluş, hayatın her döneminde karanlıktan aydınlığa evrilmiş. Önce zalim rolünü, sonra da alim rolünü oynuyoruz belki de kim bilir? Fakat insanın kendi kendine yaptığı zalimlik, en acısı. Bu acı reçeteyi bozmanın zamanı geldiyse, sorgulamanın gücünü öğrenmeliyiz.
Ruhumuzun özgür olmasını istiyorsak şayet, her zaman hatırlayalım: Sorguladığın kadar özgürleşirsin.