İLKEL BİR TOPLUMDAN UYGARLIK DERSİ

0
5

Haftada bir gün de olsa televizyon seyrediyorum filmlerden birini seyretmeyi tercih ediyorum. Bu hafta seyrettiğim film, beni gerçekten çok etkiledi. Hatta bu filmde konu olan “Amişler” gibi acaba yaşamak mümkün olabilir mi diye düşündüm. Şimdiye kadar yazılarımda hiçbir filmi tavsiye ettiğimi hatırlamıyorum. Bu ilk olacak. Fırsatınız olursa muhakkak “Amish Grace”- “Amişlerin Merhameti- filmini izlemeye çalışın.

Vizyona 2010 yılında giren bu film, yönetmen Greg Champion tarafından çekilmiş. Filmde, Amişlere mensup bir ailede yaşanmış olan trajedik bir hikaye anlatılmakta. Filmde silahlı bir adamın bir okulu ziyaret ederek orada beş çocuğu katletmesi sonucunda yaşanan süreçte, Amişler bu olay üzerine “vicdanlarını” bir kez daha sorgulamaya başlıyorlar. İşin şaşkınlık yaratan kısmı da burada yaşanıyor, çünkü hiç birimizin böyle bir olay sonrasında vicdan muhasebesi yapmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum.

Bir Amerikalı adamın beş Amiş ailesi çocuğunu öldürmesi ile başlayan dramatik olay, her şeyden önce beni kendi içime döndürdü. Acaba ben böyle bir olayla karşılaşsaydım aynı duyguları yaşar ve bir Amiş gibi davranır mıydım? Filmde iki ailenin yaşadıkları farklı bir bakış açısı ile izleyiciye sunulmaya çalışılıyor. Daha doğrusu 16. yüzyıl İsviçre’sine kadar uzanan Amişlerin toplumsal değerlerini bize “öğreti” olarak anlatılmaya çalışılıyor. Dinde reformun tartışıldığı bir dönemde, başını gezici Rahip Menno Simons’un çektiği bir grup Hıristiyan, çocukların doğar doğmaz takdis edilmesine karşı çıkıyor. Çünkü onlara göre Hıristiyan anne-babadan doğmuş olsa bile bir çocuğun doğumda dinin gereklerini anlaması yani Hıristiyan kabul edilmesi olanaksız. Bu yüzden bir insan ancak bilinçlenmiş kabul edileceği 18 yaşında geldiğinde kendi isteği ile takdis ediliyor. Ya da inandığı başka bir dini kabul ediyor. Mennocular adı verilen bu grup yıllar boyunca bu düşünceleri nedeniyle acımasızca öldürülüyorlar.

mavisehir-dergisi-meltem-onay2

Bu grup kendi aralarında zaman içinde üçe bölünüyor. Amişler işte bu grubun içinde, çoğunluğu Kanada olmak üzere ABD’de yaşıyorlar. Amişler’i diğer topluluklardan ayıran en sıradışı özellik, ABD gibi ileri teknolojinin yaşamın tüm alanlarında kullanıldığı bir ülkede yaşamalarına karşın teknolojiyi neredeyse hiç kullanmıyor oluşları.

Amişler günümüzde de inançlarına son derece bağlı biçimde yaşıyorlar. Her Pazar ayininden sonra topluluktan bir üyenin evinde toplanıp birlikte yemek yiyorlar. Yaşamın her alanında da inançlarının emrettiği kurallara uymaya çalışıyorlar. Yazılı bir kuralları yok ama “Ordung” adı verilen bir kurallar silsilesi içinde yaşıyorlar.

Amişlerin toplumsal dayanışma gösteren en güzel örneklerden biri de belki de Amish Grace- Amiş Merhameti isimli filme ve kitaba da konu olan yaşanmış katliam… Katliamın ardından bir araya gelen mağdur Amiş anneleri katliamı gerçekleştiren kişinin evine ziyaret ederek ailenin acısını paylaştıklarını ve yaşananların “sorunlarını çözmekte aciz kalmış bir Tanrı evladının talihsiz bir eylemi” olduğunu söylüyorlar. Ayrıca katliamı gerçekleştiren kişinin ardından yetim bıraktığı çocukları için de bir yardım kampanyası başlatıyorlar. Amişler belki de bu yüzden, bireysel kapitalizmin ve yozlaşmanın en vahşisinin yaşandığı ABD’nin en sıra dışı toplumudur. Onlar her ne kadar teknolojiden uzak durup modern dünya için ilkel sayılabilecek bir yaşam tarzı benimsemiş olsalar da, çoğu uygar toplumlara ders verecek ahlak anlayışları ile insanlığa örnek bir davranış sergiliyorlar.

Bu filmi seyrettikten sonra, gerçek insanlığın ne demek olduğunu bir kez daha anladım. Sevmenin, hoşgörülü olmanın ve belki de en önemlisi “affedici olmanın” yaşamımız için ne kadar önemli bir “değer” olduğunu bir kez daha anımsadım. Nefreti içimizde yaşatmaktansa, sevgi ile duvarları örülmüş bir ilişkinin, insan mutluluğu için olmazsa olmaz olduğunu anladığımızda, gerçek “erdemli bir kişi” olacağımızı unutmamak gerektiğine bir kez daha karar verdim.

Birisinden nefret ederken, birisine kin duyguları beslerken nasıl olur da kendimizi kontrol altına alabiliriz? İçimiz ağlarken, yüzümüzde tatlı bir tebessümü nasıl görüntüleyebiliriz? Nasıl “…mış” gibi yapabiliriz?. Bunu gerçekleştirmek isteyen kaç kişi gönüllü olabilir hayatta? İnandığım tek bir şey var ki: “kimseyi cezalandırma hakkımın olmamış olması”… Böyle düşününce, neler değişiyor biliyor musunuz? Kendiniz ile barışık oluyorsunuz. Kendinizi seviyor ve kendinizi üzmüyorsunuz. Başkalarını düşünürken, ya da onlarla ilgili düşmanca hisler güderken, zarara uğrayan kişinin sadece kendimiz olduğunu görünce, şaşkınlığa düşmeyin lütfen. İnsanın kendine yaptığını kimse yapmıyor çünkü.. Kendinizi koruyun, sizi üzecek olayların üzerinize gelmesine izin vermeyin. Çevrenizde bulundurduğunuz kişiler sizi “negatif duygular” ile saran değil, tam tersine sevgiyle kucaklayan kişiler olsunlar. Siz sevginizi gösterdiğinizde, sevgi sizi bulacaktır zaten. Siz isteseniz de istemeseniz de, birileri sizi kucaklayacaktır. Bu kucaklaşma sizi zenginleştirecektir. Sevginin bolluğu, kalbinizi de ısıtacaktır. Buzlar eriyecek, nefretler dağılacak, daha sakin düşünme imkanına kavuşacaksınız böylelikle.

Amişlerin ailecek yaptıkları iyi niyet gösterisi, yaşanan diğer günler ve yıllar içinde bir yatırımdır. Ne yatırımı derseniz, hemen yanıt vermek gerekiyor. “Yaşam yatırımı”. Hiç kimse mutsuz olmayı hak etmiyor bu yaşamda. Ama unutmayın bu yaşamı siz ya cennet haline dönüştürürsünüz ya da cehennem. Ben, bunu cennete dönüştürebilen birisiyim. Eğer siz de başarılı olmak istiyorsanız “bakış açınızı” değiştirmek zorundasınız. Haydi deneyin, yaşamın size görünmeyen yüzünü keşfedin. Yaşam bize sunulmuş özel bir kurgudur. Bu kurgunun başrol kahramanı sizsiniz. Nasıl oynamak istiyorsanız öyle olacaksınız. Merkezine “kendinizi” koymanızı tavsiye ediyorum. Siz mutlu olunca, çevrenizdeki kişiler de mutlu olacaktır. Denemeye hazır mısınız? Mutluluk bir adım ötenizde.. Dokunmaya ne dersiniz?

mavisehir-dergisi-meltem-onay3

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz