Yeni şarkısı “Uçmalıyım” ile bomba etkisi yaratan başarılı sanatçı Nadide Sultan huzurlarınızda…
Nadide Hanım’a kendi çabalarımla ulaştım. Neredeyse tüm gün oturduk. Sevgili menajeri Nur Öztürk de bizimleydi. Anlayacağınız ikisini de bezdirdim 🙂 Nadide Hanım gerçekten isminin hakkını veriyor. Kendisi adeta “bir insan her şeye nasıl iyimser bakabilir?” sorusunun cevabı. Bazı şeyleri çoktan aşmış… Sanki röportaj yapmadık da sohbet ettik.
Üç yakın arkadaş bir araya gelmiş ve hasret gideriyor gibiydik. Meğer Nadide Hanım’la ne çok ortak yönümüz varmış. İkimiz de meslek lisesi çıkışlıyız -ayağınızı denk alın haa ona göre, affetmeyiz!- Kardeşi de başak burcu ayrıca. Benden duymuş gibi olmayın ama “Nedir bu başak burçlarından çektiğim?” diye diye isyan etti 🙂 O kadar çekmiş ki başaklardan neredeyse ağlayacaktı, zor tuttuk. Kendimize bir de slogan uydurduk: “Fan dediğin kan verir” Artık ben de bir NSFC üyesiyim. Kendimi övmek gibi olmasın ama -öğrenci adamın övülecek bir tarafı olmaz zaten- ikisinin de söylediği bir cümle vardı. Bugün hala yankılanıyor kulaklarımda; “Sen çok başarılı olacaksın.”
Müzikle tanışmanız nasıl oldu?
Çocukluktan beri hayatımda müzik vardı. Ortaokula giderken okuldan çıkıyordum ve müzik derslerine gidiyordum. Üsküdar Musiki Cemiyeti sonra Müjdat Gezen sonra konservatuvar. Müjdat Gezen ve konservatuvar devam ederken sahne de başladı. Sahne başlayınca zaten hemen teklifler geliyor. Tam da pop furyasının patladığı bir dönemdi. Birkaç yerden farklı türlerde albüm teklifleri geldi. En son Aydın’a (Kuşum) vokal yaparken Aydın Garo Mafyan’a benden bahsediyor. Garo Mafyan beni dinlemek istiyor ve dinleyince çok beğeniyor. Hatta ‘Vuslata Beş Kala’ isimli şarkının sözlerini bana yazdırmıştı. İlk albümümüz bu şekilde çıktı. Yani hep bir vokal, sahne vardı beni o tarafa götüren. Piyasa diye tabir ettiğimiz yere çeken. 1997 yılında ilk albümüm çıktığında henüz öğrenciydim. Çalışma temposundan bir ara okulu yarım bırakmak zorunda kaldım. Hem iş hem albüm çıkmış, konserler, Avrupa turnesi falan derken mümkün olmadı okulla beraber devam ettirmek. O zaman hakkımı dondurdum ilk sene. İki sene üst üste zaten bir daha dondurma hakkınız olmuyordu. Hemen okuldan atıyorlardı o zaman. Şu an nasıl bilmiyorum. Hatta biz Alişan’la bir araya geldiğimiz zaman söyleriz, adımızı listeye beraber yazmışlardı. Atılanlar listesi. (gülüyor) “Biz okuldan beraber atılmıştık Nadide’yle” diye espiri yapardı, kendi aramızda çok eğlenirdik. Sonra ben azim ettim ve okula döndüm.
Emel Sayın’la da yollarınız keşişmiş. O günlerden biraz bahseder misiniz?
Evet, vokal yaptım. Çok büyük bir zevkti. Bir kere Emel Hanım’ın hem sesi çok geniş, tizlerde inanılmaz şeyler yapar hem de çok zarif bir kadın. Onu izlerken kendimi erkek çocuğu gibi hissediyordum. O kadar zarif ve narindi. Aralarda karşılaştığımızda sohbet ederken ne kadar kibardı anlatamam. El hareketlerini çok kullanır. Böyle hayranlıkla seyrederdim onu.
Yazdığınız şarkıları kendinize mi saklıyorsunuz? (Soruyu duyar duymaz kahkaha patlatıyor)
O konuda biraz kendimi sıkıyorum galiba. Hep bir ambargo uyguladım kendime. Aslında çok üretebilirim ama kendimi kısıtlıyorum. Psikolojik olarak. Yazıyorum… yazıyorum… beğenmiyorum atıyorum bir kenara. Kendi yaptıklarımı çok fazla inceleyip, hırpalıyorum.
Nadide Sultan şarkı seçerken nelere dikkat eder?
Hissediyorsam o şarkıyı ve seviyorsam söylerim. Mesela bazen mevsimsel kriterlere dikkat ediyoruz. Slow bir şarkıyla Eylül-Ekim’de çıkabiliyoruz. Bazen de o şarkıya çok güveniyorsak ters köşe yapmayı tercih ediyoruz. Ekipçe karar veriyoruz. Genelde sanatçı, menajer, plak şirketi. En mantıklısı hangisiyse onunla çıkıyoruz. Ama genel olarak herkes tarafından benimsenmiş bir gerçek var, hareketli şarkı yazın çıkarılır, slow şarkılar kışa doğru.
Söz yazabilmek için ne gerekiyor?
Ben bazen araba kullanırken, bazen seyahatteyken hemen el yordamıyla telefonumu bulup ses kaydını açıp kaydediyorum. Sonra kaydettiklerimi bir akşam oturup, toparlayıp düzenliyorum. Bazen de uzun bir seyahate çıktığımda uçakta, bazen sahneden indikten sonra. Genelde farklı bir ruh halindeyken çıkıyor. O ruh halini anlatamıyorum. Yaratıcı bir ruh halinde oluyor insan o an. Yaradan herkese kendinden bir şeyler eklemiş ya. Yaratıcılık mesela. İnsan da bunun altını sanatla dolduruyor. Bir haller geliyor sana ve yazmaya başlıyorsun.
Bir şarkıyla gençleri yakaladığınızda olay bitiyor mu sizce?
Sadece gençler dinlemiyor ki. Valla çocukların sevdiği, bebeklerin sevdiği şarkı da tutuyor. O kadar ince eliyoruz sık dokuyoruz ki her şeyi düşünüyoruz aslında. Şöyle düşün; üzerinize bir şey seçiyor ve dışarı çıkıyorsunuz. Üç kişi çok beğeniyor beş kişi beğenmiyor. Ama siz bunun varlığından çok memnunsunuz. Bu böyle bir iş. Bazen sizin çok sevdiğiniz bir şey herkesin sevdiği bir şey olmuyor. Ama dediğim gibi bazen de öyle bir çalınır ki şarkı bir anda hit olur. Çok çalınması da çok sevilmesine bir nedendir. Ben her zaman şunu söylerim: Biz tanıdık bir şeyleri severiz, bizden olan şeyleri benimseriz. Çok duyduğumuz bir şarkıyı da bir süre sonra seviyoruz. Mesela dilime bir şarkı dolanınca, “Allah Allah ben bu şarkıyı nereden biliyorum?” derim. Sürekli yolda, arabada, bir yerlerde o çalar ve hafızanıza işler.
İlk defa 2014 yılında Nezih Üçler’le düet yaptınız. Mesela neden o sizin ilk düetiniz? Özellikle düet yapmak istediğiniz bir isim var mı?
O şarkıyı Nezih’ten dinlemeyi çok seviyorum ben. Zaten onun bestesi. Ben teklif ettim beraber söyleyelim diye. O da “Söyleyelim Sultanım” demişti.
Mariah Carey’le düet yapmak isterim. Geçenlerde Asuman Krause’yle görüştüm “bu şarkıyı beraber söyleyelim mi kız” dedi. Sesi güçlü olan bütün hanımlarla düet yapmak isterim.
Konyalısınız. Konya’yı seviyor musunuz? Gidip geliyor musunuz?
Akrabalarımız var. İstanbul’da doğduğum için tabii ki çok bilmem Konya’yı. Çocukken bütün yaz tatillerimizi orada geçirirdik. Çok severim. Benim için yaz demek iğde kokusu ve Konya demek. İğde ağaçları, ıhlamur ağaçları, kavak ağaçları çok vardı anneannemin bahçesinde. O kokuyu her aldığımda Konya’yı hatırlarım.
Hazır çocukluğa dalmışken… Nasıl bir çocuktunuz? Haylaz ya da tam tersi?
Tam tersi. Ben ortaokulda açıldım. Erkeklerle takılan, erkek Fatma bir kıza dönüştüm. Çete gibi geziyorduk. Okula beraber gelip giderdik. Kimse de yanıma yaklaşamazdı. Kimse çıkma teklifi etmeye cesaret edemezdi. Ama ortaokul ikinci sınıfa kadar annesinin dizinin dibinden hiç ayrılmayan, müzikle ilgili ve evde oturan, fazla dışarıda oynamayan, kontrol atında bir çocuktum. O zamanlar annemin yanından ayrılırsam sanki ona bir şey olacakmış gibi gelirdi. O yüzden annemi bırakmak istemezdim.
Ailenin sizin için anlamı nedir?
Ailesine çok bağlı bir insan olduğumu söylemeliyim. Bence dünyanın en güzel hazinesi. Ne kadar hata yaparsanız yapın sizi bir şekilde kabul eden onlar olur. İnsanlar sizi sevmediğinde bile onlar sizi sebepsiz severler. Bir sebebi olmasına gerek yok aslında. Sadece aile olduğunuz için severler. Gerçekten çok kıymetli kardeşlerim, annem ve babam.
Sizin söylediğinizle basının algıladığı şeyler arasında çarpıtma oluyor mu?
Geçmişte çok oldu. Basın o zaman biraz daha saldırgandı. Magazin basınından bahsediyorum. 90’lı yıllar, özel televizyonun yeni çıkmasıyla ilgili kimin ne yaptığının çok denetlenmediği, herkesin kafasından bir şey tutturduğu dönemlerdi. O zamanda bir pop patlaması var, şarkıcı patlaması var… Ben hatırlıyorum o dönemde magazinci arkadaşlar da biraz acımasızdı. Biz de ne yaptığımızı, ne söylediğimizi, nereye gideceğini bilmiyorduk. Ben zaten çok küçüktüm. Hangi lafım nereye gider, hangi hareketim nasıl anlaşılır bilemiyordum dolayısıyla da bol bol malzeme veriyordum.
Gündem.. Gündem.. Gündem… Şu anki gündemimiz Aleyna Tilki. Ne düşünüyorsunuz konu hakkında?
Geçmişte de çok erken yaşta bu mesleğe atılanlar oldu ama bu onun doğru olduğunu göstermez. Tabii bu ailesinin izin verip vermemesiyle ilgili bir şey. Aile izin veriyorsa kimse bir şey diyemez. Kimseye laf düşmüyor. Söylemlerine gelince… Çocuk yani daha o. O yaşlarda olan kime mikrofon uzatsanız çok komik şeyler söyleyebilir. Onu eleştirmek ne kadar doğru olur? Bazen empatiyi unutuyoruz. Bir şey söylerken onun da duyguları olduğunu, onun da bir hayatı olduğunu, onun da üzülebileceğini unutuyoruz.
Sizin için popüler olmak mı daha önemli yoksa kalıcı olmak mı?
Bir şeylerin gerektiği kadar popüler olması lazım ki insanlar duysun. Tabii ki kalıcı olmak benim dileğim. Popülarite her konu için güzel bir şey. Herkes popüler olmak ister, herkes sever.
Ödülleriniz çok mu? Hepsini bir odada mı topluyorsunuz?
Valla bir oda dolusu ödül var. Bir ara taşınırken birkaç aylığına depoya koydum. Depoyu su basmış ben tatildeyken. Bir kısmı gitti maalesef, kurtaramadık. Renkleri soldu, içindeki yazılar silindi.
Bir sanatçı olarak sesinize dikkat etmek için neler yapıyorsunuz?
Uykuma dikkat ederim. Gece geç saatte yemek yemem. Bol su içmeye çalışırım. Kulak burun boğaz çok önemli bizde. Bir doktor gibi derslerde bunları öğreniyoruz.
Nadide Sultan hiç “bir günde dikkat etmeyeyim can boğazdan gelir” demiyor mu?
Zaman zaman sıkıldığım ve boşladığım oluyor ama genel olarak disiplinli yaşıyorum.
Disiplin varsa işin içinde spor da vardır o zaman?
Evet. Hem Fitness yapıyorum hem de Pilates.
Şarkıcılıkta iddianız var mı?
Yaptığım şarkının kalıcı olması önemli benim için. Ben hissediyorsam ve seviyorsam insanlar da o şarkıyı sevsin isterim. Bu en büyük iddiadır aslında. Hem popüler hem de kalıcı şarkılar bırakabilirsiniz. Ajda Pekkan en büyük örnektir. Keşke herkes Ajda Pekkan olabilse..
Ajda Hanım’ın meselesine değinmişken onunla ilgili ne düşünüyorsunuz? Hiç bir araya geldiniz mi?
Ebru Yaşar’ın “Bu Sahilde” diye bir albümü çıkmıştı. Biz genç vokal grubu olarak -stüdyo vokalistliği çok kıymetli bir iştir herkes yapamaz ve gruplara ayrılır- yola çıkmıştık arkadaşlarla. “Bu Sahilde” albümünün vokallerini yaptık Osman İşmen ve onun stüdyosunda. Çok meşhur oldu o şarkı ve bizi Ajda Pekkan çağırdı. Kendi albümü için “Ben o çocukların vokal yapmasını istiyorum” demiş. Biz ona vokale gittik elimiz ayağımız titreyerek. Elimden tutmuştu benim ve “Ne kadar güzel söylediniz, çok teşekkür ederim” demişti. Hiç unutmuyorum onu. Çok etkilenmiştim mesela. Sonra da 2012 senesiydi galiba Kuruçeşme Arena konserinde biz kulisteydik. Perdenin arkasından hayranlıkla izlemiştik onu.
Fanlarınızla aranız nasıl? Buluşmalar oluyor mu?
Oluyor. Fan başkanımız Almanya’da yaşıyor diğer başkan da İzmir’de yaşıyor. Müthiş bir ağımız var. Sürekli haberleşiyoruz.
Peki ya düşmanlarınız? Onlarla aranız nasıl?
Var mıdır bilmiyorum. Birebir tartışmalı olduğum kimse yok. Çünkü küstüğüm insanlarla bile bir süre sonra hani bana bir merhaba dese de barışsak kafasında dolaşıyorum. Kimseyle küs olmayı sevmiyorum. Nefret insana yüktür. İnsanın içindeki bir alev topu gibi hep onunla gider gelir. Bence insanı sıkar. Onun için zamanla bunu tamamıyla hayatımdan çıkardım.
Sizi en çok ne sinirlendirir?
Beni aptal yerine koyarlarsa ona sinirlenirim. Aileme ve sevdiklerime bir şey yapılırsa o zaman gözüm döner.
Teknolojinin yaygınlığı ve kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hayatımızı çok kolaylaştırdı. Teknoloji olmadan çok zorlanırım. Kısa bir süre elektrik gidince bile ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Bir yandan kötü bir şey bu kadar bağlı olmak. Günde birçok kez sosyal medyaya bakarım, telefona bakarım ama o sürekli elinden telefonu düşürmeyen tiplerden de değilim.
Gençlere nasıl bakıyorsunuz? Gidişatları iyi mi sizce?
Ben çok ümitliyim gençlerden. Bir ara gençlere dair umudumu yitirmiştim. Çok boş olduklarını, hiçbir şeyle ilgilenmediklerini düşünüyordum. Ama kısa bir süre önce fikrim değişti.
Bu devirde albüm yapmak akıl işi midir?
Arşivlerde kalsın isteğiniz varsa albüm yapabilirsiniz. Paylaşmak istediğiniz 10-12 tane şarkı olduğunda mantıklı. Ama genel olarak single daha pratik. Eskiden mesela 45’likler varmış, plaklar tek şarkı tek şarkı. Günümüzde de ona dönüldü gibi bir şey bence.
“Kalbimin Sahibi” isimli şarkınızın klibinde eşinizle çalıştınız. Sizi anlayan birisiyle çalışmak nasıl bir duygu?
(Kahkahalar atıyor) Çok heyecanlandım. Çok komikti hallerim. İlk yarım saat bütün ekip bana güldü. Yarım saat sonra açıldım.
Oyunculuk-radyoculuk-sunuculuk. Yok yok sizde. En çok hangisi? Oyunculuk teklifleri alıyor musunuz?
En çok şarkıcılığı seviyorum. İkinci sevdiğim komedi oynamak. Evet oyunculuk teklifleri geliyor. Tiyatro bile geliyor. Eğer kendimi çok güzel anlatabileceğim, kendimi oynayabileceğim bir şey gelirse değerlendiriyorum.
Oyunculuk, şarkıcılık bunlar doğal yetenekler ama bunların üzerine çalışmış olmanız da gerekiyor. Bir Haluk Bilginer, bir Şener Şen, bir Zuhal Olcay bu insanlar ne getirseniz oynarlar. İçlerinden o insanı çıkartabilirler. Hayranı olduğum isimler bu arada. Ben kendi içimden başka insanlar çıkarma konusunda pek iddialı değilim. O yüzden kendime daha yakın bulduğum işleri değerlendiriyorum. Komedi oynamak isterim.
“Vazgeç Kalbim”in yönetmenliğini siz yaptınız. Nasıl bir deneyimdi?
Zaten harika bir görüntü yönetmenimiz vardı. Ben ne istediğimi anlattım. Hakan (Yonat-Yönetmen-Eşi) bana birkaç tüyo verdi. Tamamıyla müzisyenlerle dolu bir klipti. Çok zor değildi. İçinde animasyonlar falan olsaydı üstesinden gelemezdim.
Hayatta kendinize örnek aldığınız sözler var mıdır?
Hayatta sevgiyle çözemeyeceğiniz hiçbir şey yok. Belki çok optimist bir yaklaşım ama maalesef insanları çok seviyorum ve umudumu hiç kesmiyorum. Yalnız kalmayı sevmem. İnsanlarla olduğum zaman neşem ganidir.
İnsanlarla olmayı seviyorsunuz. Peki ya hayvanları?
Ölürüm, ölürüm. Özellikle köpekleri çok severim. Hele yavruları. Alerjim olduğu için evde besleyemiyorum. Ben mesela hayvanların kısırlaştırılmasına karşıyım -bana kızmasınlar da şimdi- küçük yerlere hapsedilmesine de karşıyım, kapalı yerde kalmaları hoşuma gitmiyor. Bence daha özgür yaşamalılar. Büyük bir eviniz varsa bahçede deli gibi koştursun o köpek ama bir oda bir salon ev içerisinde o koşamıyor, oynayamıyor.
Petshopların stilini sevmiyorum. Cama, minik minik kutulara hayvanları koyuyorlar. Petshopların tarzını değiştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok büyük sorumluluk hayvan bakmak. Çocuk gibi. Ben evde yokken aklım onda kalır, üzülürüm.
Bir sanatçı için en büyük şey dünyaya güzel eseler bırakabilmek midir? Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Çok doğru ifade ettin. Benim de düşüncem bu yönde. Öldüğünde arkanda güzel bir eser bırakabiliyorsan ne mutlu sana. Bir Neşet Ertaş, Ajda Pekkan, Türkan Şoray gibi efsaneler… Kimler geliyor kimler geçiyor ama bir Türkan Şoray’dan her dönem bahsedersin.
Şarkıcı olmasaydınız ne olurdunuz?
Hastanede staj yaparken bize orada “doktor hanım” diyorlardı. O zaman doktor olmaya pek heveslenmiştim. Derslerim de iyiydi. Doktor olabilirdim.
Müzik programları katılan gençler için yararlı mıdır sizce?
O bir yarışma programı ama aynı zamanda bir şov. Tanıtımında bile “TV Şovu” yazıyor. TV şovu olan bir şeyin insanlar için şu derece faydalı bu derece faydasız diye konuşulması bence yanlış. Gayet güzel bir yarışma, müzik var, jüriler çok eğlenceli ve çok yetenekli insanlar çıkıyor. Genç-yaşlı herkes katılabiliyor. İnsanlara bir şans sunması açısından güzel.
Televizyon izler misiniz?
İzlerim. Herkes televizyon izlemiyorum, izlersem belgesel izliyorum diyor ama herkesin magazinden haberi var. Böyle de bir ilginç bir durum var. Zaman zaman magazin de izlerim şovları da izlerim ama dizi izlemek gibi bir sabrım yok. Çabuk ilerlemediği zaman sinirleniyorum ve bırakıyorum. Belli başlı izlediklerim diye soracak olursan tarihi anlatan yapımları izlemeyi seviyorum.
“Konyalım” neden bu kadar çok tuttu?
Bizden bir şey olması yüzünden. Ben hep onu anlatıyorum. Çok ilginç bir hikayesi var. Ben sahnede söylerdim zaman zaman. Annem gibi sevdiğim birisi bana hep bu şarkıyı albüme koy derdi. ‘Ya cici anne olmaz’ falan derdim. O albümü çıkardığım 1999 yılında Sertab Erener’den Gökhan Tepe’ye kadar herkes Halk Müziği furyasına katılmıştı. Herkes albümüne bir tane koyuyordu. Ben de ağır halk müziği şarkılarının peşinde koşuyordum.
Birgün Kubat’la karşılaştık stüdyoda. “Selanik Türküsü’nü koyayım mı albüme?” diye sordum. “Ya kızım sen Konyalı değil misin? Konyalım’ı koysana” dedi. Albüme koyduk parçayı. Albümün çıkış şarkısı “Tutuldum” isimli benim bir bestem oldu. Daha bir ay geçmeden baktım radyolar Konyalım’ı çalıyor. Patlama etkisi yarattı resmen. Çok büyük satışlar elde ettik. Klip çekmeyi düşünmüyorduk ama şarkı patlayınca klip çekmek zorunda kaldık.
İstanbul’da yaşayan birisi olarak İstanbul’u seviyor musunuz?
İstanbul’u çok seviyorum. Burada doğdum, büyüdüm. Anadolu Yakası’nı daha çok severim. Sahil yollarını severim. Lise yıllarım Beykoz yollarında geçti. Denizi çok seviyorum. Denizin ortasında yaşayabilirim o derece…
Ege’yi de çok severim ama 🙂
Röportaj: İsmail Gökgez
Sanatçı kişiliğiyle, davranışlarıyla, ürettiği eserleriyle toplumda öğretici-eğitici kalıcı etkiler bırakabilmeli..
Ne yaşarken, ne de öldükten sonra hemen unutulmamalı. Bunun için sanatçının herkesten farklı bir yaşam vizyonu olmalı..
Bu bağlamda, genç sanatçı Nadide Sultan iyi bir vizyonu sahip olmalı. O hedefine ulaşması için her imkana sahip görüyorum. Bu şansı çok iyi kullanmalı. Liste çıkış-inişlerine bağlı çabuk unutulan eğlencelik (popüler) müziği bırakmalı; Anadolu deyiş ve türkülerini klasik tarzında en az iki dilde(illa İngilizce olmalı) seslendirmeli. Yorucu ve uzun bir yoldur; ama bu yolda ilerlemek için o yeterli potansiyele fazlasıyla sahip zaten..
Ömrü çok, yolu açık olsun!.