Her şehir barış içinde güzel, her yer sevgi ve hoşgörü ile güneşli…
Seyyah oldum şu alemde niceler gördüm, ama anladım ki insanın en güzel yolculuğu kalbine…
Aklımdan birçok kereler keşke bir gazetede yazma olanağım olsaydı diye geçirmişimdir… Yazmak, kendini ifade etmek ve bunu diğerleriyle paylaşmak hep ilginç gelmiştir bana. Neyi, ne zaman, nerede, niçin yazmak istediğimi bilmeksizin sadece yazmak… İçimdeki bu istek sonunda gerçek oldu. Tıpkı aklınızda hayalini kurup da bir gün tesadüfler sonucu bulduğunuz diğer yarınız gibi ya da beklenmedik bir anda yakaladığız o fırsat gibi. Bundan böyle gezdiğim ve gördüğüm yerleri, izlenimlerimi, resimlerimi, anılarımı kısacası bana ilginç gelen ve içimden sizlerle paylaşmak istediklerimi bu sayfada kelimelere dökeceğim. Gezmeyi, yeni yerler görmeyi, değişik kültürleri keşfetmeyi, yeni tatlar denemeyi, fotoğraf çekmeyi ve tabii ki alışverişi çok seviyorum. Umarım sizlerle paylaştıklarım sizlere de yeni kapılar açar ve yazdıklarımdan keyif alırsınız.
Geçtiğimiz Nisan ayında mesleğimle ilgili bir kongreye katılmak üzere Nice’e gittim. Uçak biletimi, tüm rezervasyonlarımı Aralık ayında yaptım.
Söylediğim gibi aslında resmi olarak iş gezisine gidiyordum. Ancak doğruyu söylemek gerekirse aklımda iş pek de yoktu. Hatta dürüst olmak gerekirse hiç yoktu. Nice’e yıllar önce gitmiştim ama aklımda belli belirsiz anılar vardı Nice’le ilgili.
Görülecek, gezilecek, yapılacak o kadar çok şey vardı ki kendimi her gün –belki de obsessif bir şekilde-internet başında nereye gitsem, ne yapsam, ne yesem diye bulur oldum.
Uçak Nice’e doğru alçalmaya başladığı anda içimdeki heyecan daha da belirginleşti. Hava oldukça güzel, manzara müthiş gözüküyordu. Havaalanından otele gitmek üzere bindiğim taksinin şöförü benimle muhabbet etmeye başladığında iyice anladım ki ben artık Nice’teydim. Nice sahil kenarı, çok şeker, çok şirin bir şehir. İnsanları yürüyüş yaparken, koşarken, kumda spor yaparken gördükçe içinize bir ferahlık geliyor. Sanki biraz da İzmir’i anımsatıyor mu ne? Nice oldukça turistik bir şehir. Hatta edindiğim bilgiye göre Paris’ten sonra turistler tarafından en çok ziyaret edilen ikinci şehir. Bunda şehrin konumunun etkisi büyük zira Nice’te kalıp trenle kolaylıkla Cannes, Monaco, Monte Carlo, St Tropez, Antibes gibi turistik yerlere gidebilirsiniz.
Benim fazla zamanım olmadığından ve ucundan kongreye de katılmak zorunda olduğumdan dolayı ne yazık ki görmeyi planladığım birçok yeri göremedim. Ama yine de şehrin ve bölgenin tadını biraz deli beygiri şeklinde koşturarak da olsa çıkardım. Kaldığım otel şehrin ana merkezlerinden biri olan Place Masséna’ya oldukça yakındı. Nice’i keşfetmek istiyorsanız bu bölgede bir otelde kalmanızı kesinlikle öneririm.
Sabah erkenden uyanıp Promenade des Anglais olarak adlandırılan sahil şeridinde uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra, Vieux- Nice (Eski Şehir) diye adlandırılan bölgenin dar ve sevimli sokaklarında yer alan ufak pastanelere mutlaka göz atın. Hatta göz atmakla kalmayıp bir tane kruvasan alın ki Fransa’da olduğunuzu anlayın.
Sabah kahvaltısı için benim tercihim Le Cours Saleya diye adlandırılan yerel pazarın kurulduğu bölgedeki kafeler oldu.
Le Cours Saleya’da hayat çok erken başlıyor. Rengarenk kokulu çiçekler, taze sebze ve meyveler ve ürünlerini satmaya çalışan esnaf o kadar estetik bir görüntü yaratıyor ki insan burada kahvaltı yaparken o kahvaltı hiç bitmesin istiyor. Bu arada şunu söyleyeyim ki Nice’de daha birçok ilginç yerel pazarlar kuruluyor. Keşke vaktim olsaydı da gidebilseydim. İnşallah bir daha ki sefere. Zamanım kısıtlı olduğu için ne yazık ki Nice’deki tarihi ve sanatsal birçok yeri ve eseri ziyaret edip görme olanağım olmadı.
Ancak yine de Promenade des Anglais’den kalkan çekçeklere binip ufak çapta bir şehir turu yapmayı da ihmal etmedim. Bu çekçeklere binerek kısa bir şehir turu yapabilir ve şehri tepeden görme şansına erip güzel resimler çekme olanağı bulabilirsiniz.
Ben kendimi sadece Nice’le sınırlamak istemediğim için trene binip yakın yerlere gitmeyi kafama çok önceden koymuştum. Fransa’da tren oldukça gelişmiş durumda. Fiyatları da bence gayet uygun. Benim ilk durağım film festivaliyle kendini dünyaya tanıtan Cannes oldu. Cannes gerçekten hoş, zarif ve tabii ki alışverişi sevenler için cennet niteliğinde bir yer.
Ben hata edip Pazar günü gittiğim için mağazaların çoğu kapalıydı ama bu yola başkoymuş biri olarak kendi çapımda ufak tefek bir şeyler aldım tabii ki. Hava şansıma o kadar güzeldi ki sahildeki banklardan birine oturup güneşlenmeyi ve oldukça Fransız görünümlü bir kafede oturup böğürtlenli tartöletimle sütlü kahvemi içmeyi tabii ki ihmal etmedim. İkinci durağım Monaco ve Monte Carlo idi. Monaco Vatikan’dan sonra dünyadaki ikinci küçük bağımsız devlet. Halkın kraliyet ailesine olan sevgisini anlamak hiçte zor değil zira birçok dükkanda onların resimleri var. Monaco oldukça ufak ama sevimli bir yer. Deniz kenarında yürüyüp Monte Carlo’ya doğru tırmanıp gazinolarda rulet oynayanları izleyebilir hatta onlara katılabilirsiniz. Benim günlerim sınırlı olduğu için kalan günlerimi Nice’ e otobüsle bir saat olan Saint Paul de Vence ve yine Nice’e trenle 20 dakikalık bir mesafede olan şirin İtalyan kasabası Ventimiglia’yı görmeden yana kullandım.
Saint Paul de Vence güney Fransa’daki en güzel orta çağ kasabalarından biri. Tepede yerleşmiş olmasından dolayı eşsiz bir manzarası var. Dar ve taşlı sokaklarında yürüyüp her sokakta karşınıza çıkan sanat galerilerine göz atmak, tarihi eserlerin resmini çekmek, göz alabildiğine uçsuz bucaksız uzanan yeşil manzaraya karşı kahvenizi içmek sizi başka bir zamana götürecek.
Nice İtalya sınırına çok yakın olduğundan dolayı trenle İtalya’ya kolaylıkla geçilebiliyor. İlk çıkış noktası Ventimiglia. Burası ufak, şirin bir İtalyan kasabası. Buradan İtalya’nın değişik yerlerine trenle ulaşmak çok kolay. Hatta öğrendiğime göre Ventimiglia’dan San Remo’ya sık sık otobüs kalkıyormuş. Gitmeyi çok istesem de vakitsizlikten dolayı İtalya serüvenim kısa sürdü.
Nice’te beş gün geçirdikten sonra sırada Marsilya vardı.
Trenle iki buçuk saat süren rahat bir yolculuktan sonra Marsilya’da limana bakan otel odamdaydım. Marsilya Fransa’nin Paris’ten sonraki ikinci büyük sehri. Tarihi geçmişi oldukça eski. Bir liman kenti olan Marsilya bu yılın Avrupa kültür başkenti seçilmiş. Marsilya bu ünvanı almakta oldukça haklı zira şehrin her yerinde sanata,geçmişe ve yaratıcılığa ait bir şey görmek mümkün.
Eskinin dokusu büyük ölçüde korunmuş. Şehrin dar ve taşlı sokaklarında yürürken duvarlardaki resimlere hayranlıkla baktım. Hepsi öylesine yaratıcı ve dekoratifti ki kendimi açık bir sanat galerisinde hissettim. Görülecek o kadar çok müze, tarihi eser, kilise ve kathedral var ki ben hangisini anlatmam gerektiğini bilemedim. Ayrıca çevredeki küçük adalar ve Marsilya’dan her gün kalkan gemiyle ulaşabileceğiniz Korsika da vakti olanlar için görülebilecek muhteşem yerlerden sadece bir kaçı. Marsilya suyuyla, havasıyla, lezzetli Akdeniz mutfağıyla, muhteşem konumuyla ve zengin sanatıyla ziyaretçileri büyülemeye hazır bir şehir. Ne yapın edin bu şehri keşfedin!
Benim güney Fransa seyahatimle ilgili anlatacaklarım bu kadar. Daha doğrusu bu köşeye sığdırabileceklerim bu kadar.
Bir dahaki sefere değişik bir yerde buluşmak dileğiyle…
Dr. İnci Bijan
ibijan@yahoo.com