Bir söz vardır, hepimiz bunu çok sık tekrarlarız. Hani deriz ya: “Kırk kez tekrarlarsan, isteğin gerçekleşirmiş” diye…
Bir söz vardır, hepimiz bunu çok sık tekrarlarız. Hani deriz ya: “Kırk kez tekrarlarsan, isteğin gerçekleşirmiş” diye… Ben de şu günlerde işte bu anın tadını çıkarıyorum. Onaltı yaşındaydım bu dileğimi söylediğimde, aradan biliyorum ki çok uzun zaman geçti, çünkü şimdi 48 yaşındayım, bu nice geçen süre içinde bir gün olsun aklımdan çıkarmamıştım bu dileğimi, ne olursa olsun yapacağım demiştim, Tanrı belki benden emin olamamıştı, “acaba Meltem bunu gerçekten mi istiyor” diyerek beklemişti, bekletmişti. Ama sonunda bakmıştı ki, halen aynı isteği tekrarlayıp duruyor, beni sevindirmeye karar vermişti, geç de olsa… Gerçi bunu da bilmiyorum ki, zaman denilen bu kavram kime göre geç kime göre erken..
Uzatmak istemiyorum bu başlangıç cümlelerini ancak sizlere insanların hayallerini süsleyen hedeflerine ne kadar bağlanırlarsa sonucunun o kadar iyi olacağını anlatacağım küçük öyküyü yani kendi yaşanmışlık hikayemi anlatacağım sizlere. Belki sizler de zevk alır, aklınızda kalan, küflenen, küllenen duygularınızı tekrardan ortaya çıkarır, inatla gerçekleştirmek için bu yazımla birlikte adım atarsınız hayat yoluna, sizin umut yollarınıza..
İlk defa bir alev gibi ya da bir ok gibi kalbime, ruhuma saplanan hayalimi on altı yaşında yaşamaya başlamıştım. Tutturmuştum ben İngilitere’ye gidiyorum diye… Muğla doğumluydum, en yakın gittiğim şehir İzmir’di, belki babam bir iki kere beni büyük bir şehir diye İstanbul’a götürmüştü. Ankara’yı bile görmemiştim. Kısacası taşralıydım… Ama nedendir bilinmez korkmuyordum, neler yaşayacağımı biliyordum. Gitmem gerekiyordu, orada bir üniversitede okumam gerekiyordu, döndüğümde farklı bir Meltem olarak dönecek ve ülkem için birşeyler yapacaktım. Anneme ilk defa ben gitmek istiyorum dediğim de, babana soralım dedi. Babama sormuş, “olmaz ben kızlarımın yanımda olmasını isterim” demişti. Yıkılmıştım, isteğim ve hayallerim alabora olmuştu. Anneme ve babama itiraz bile etme cesaretim yoktu ve yapamadım da…Hayallerimi bir kenara, ruhumun derinliklerine gömdüm ve yoluma devam ettim. Üniversite ikinci sınıfta iken yine başladım aynı nakaratı tekrarlamaya.. “Beni yazın gönderin, staj yapayım geleyim “ dedim. Yine dinlemediler beni.. Sanki duymadılar bile isteklerimi, çırpınışlarımı… Okul bitti, iki arkadaşım İngiltere’ye çocuk bakmaya gittiler bir yıllığına, anneme döndüm “ben gidiyorum” dedim. O’da bana gidemezsin artık “evleniyorsun” dedi.
Yani ne yaptım ne ettim ise bir türlü hayallerimi de unutamadım, gitme planlarımı da.. Aradan birkaç yıl geçti yine başladım içimdeki coşkuyu etrafıma yaymaya… Artık evlenmiş ve hatta beş buçuk yaşında bir çocuğa bile sahip olmuştum. Ama hayal bu ya bir türlü beni terk etmiyordu isteklerimden, tutkularımdan.. Sonunda eşimden de izin çıkmış, kısa süreli de olsa İngiltere’ye gitme imkanını yakalamıştım. İngiltere’ye gelmiştim ama bir gün oğlumdan gelen bir telefonla apar topar geriye dönmek zorunda kalmıştım. Oğlum telefonda şöyle demişti: “… anne, biliyor musun, kriket sopası kafama çarptı ve başım yarıldı”.. tam bu arada telefon kesildi. 1994 yılında cep telefonu henüz yoktu, yollardaki kulübelerden konuşuyorduk evdekilerle.. Bu telefon ayrılığımı bir kez daha bana hatırlattı ve valizimi hazırlayıp o gece Türkiye’ye döndüm. Hikayenin aslını öğrenmek isterseniz tabiki böyle bir olay olmamıştı, oğlum top oynarken düşmüştü ve doğal olarak da top başına geldiği için acımıştı. Ama ben çoktan gelmiştim ve artık hayallerimi gerçekleştirmeyeceğime bir kez daha kanaat getirmiştim.
Verdiğim bütün seminerlerimde bu hikayemi anlattım izleyenlerime, kimbilir bana hayat neler sunardı belki amaçlarıma ulaşmış olsaydım diye başlıyordum. Kendimi şüphesiz büyük basamakların üzerinde görüyordum. Eğer İngiltere’ye gitseydim belki kalırdım oralarda, belki de İngiltere meclisinde bir Türk milletvekili olurdum. Ya da ülkemi yurt dışında önemli yerlerde temsil eden birileri olurdum derdim. Ama hayal ya bunlar, düşünmesi bedava..
Artık bırakmıştım hayal kurmayı, kabul etmiştim kendimi ya da kabul etmeye çalışarak duygularımı bastırmaya.. Bir gün nasıl olduysa bir pencere açıldı yine karşıma, büyük ve geniş bir pencere.. YÖK kurumu akademisyenlerin yurt dışı deneyimlerini artırmak ve ülkeler arası akademik çalışmaları desteklemek amacıyla öğretim üyelerini yurt dışına gönderme kararı almıştı. Bu haberi duyunca, beni almazlar ama yine de şansımı denemek istiyorum dedim. Yapmak istediğim projeyi Amerika Birleşik Devleri’nde bir üniversiteye gönderdim. Sabırla bekledim, belki beni kabul ederler diye.. Bugün, yarın, bir gün sonra derken.. haber geldi; kabul edilmiştim. İnanılmayacak bir duyguydu bu, yıllar geçmişti, yani tam tamına 38 yıl önce çocuktum, gençtim, hayaller kuran ve bir yabancı üniversitede okumak isteyen birisiydim ve şimdi bu isteğim gerçek oluyordu.
Bu yazıyı sizlerle paylaştığım 24 Ağostos 2012 tarihinde saat 18.01’de İllinois Üniversitesinde tek odalı bir yurt odasında, yemyeşil ağaçların olduğu, klasik Amerikan kırmızı tuğlalarla örülü bir duvara bakarken, hayallerimin peşini bırakmamış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Sabahleyin erkenden uyanıyorum, hatta güneşin doğuşuna tanık oluyorum günü kaçırmamak için.. Kampüs içinde turlar atarken, yıllar önce özlemini çektiğim duygularımı ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Açık havada konser verildiğini duyduğumda kalbimde müzik sesleri tempo ile raks ederken, ayaklarım beni oraya sürüklüyor. Yüzlerce ülke vatandaşını bir arada gördüğümde, onları tanıma şansını, izleme imkanını bulduğum içim ellerimi yukarıya doğru kaldırıyor ve teşekkür ediyorum.
Burada yaşanacak daha altı ay daha var. Sizlere buradan sesleneceğim uzun bir süre, ama bu yazımı eğer okuyorsanız lütfen hem kendi içinize dönün ve hedeflerinizi hatırlayın hem de çevrenizdeki kişilere, çocuklarınıza seslenin ve :”asla ve asla, hayallerinizden vazgeçmeyin” demenizi tavsiye ediyorum.