Güleryüzü ve güzel enerjisiyle herkesi kendine hayran bırakan, izleyenlerin onu artık ailelerinden biri gibi kabul ettiği güzeller güzeli İzmirli sunucu Zahide Yetiş, tüm samimiyeti ile Mavişehir Dergisi okurlarına merak edilenlerini anlattı.
Röportaj: Duygu Attila
Zahide Hanım sizi herkes tanıyor seviyor ama biraz daha detaylı bilmek istiyoruz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Nasıl bir ailede yetiştiniz?
Öncelikle Mavişehir Dergisi okurlarına, tüm İzmir’e ve buradan ulaştığımız herkese sevgi ve selamlarımı sunuyorum. Çok kolay bir çocukluk geçirdiğimi söyleyemem. Her zaman yayınlarda bahsetmişimdir. Babaannemin varlığı, onun gücü, bana ne olacak duygusunu bana kesinlikle yaşatmaması hayatımın en zor olabilecek dönemini aslında keyifli hale getirdi. O zamanlar sınıfta anne babası ayrı olan tek çocuk bendim. Tabii ki bunun zorluklarını yaşadım ama babaannemin müthiş ilgisi ve sevgisi beni daha da güçlü kıldı. Hayatla mücadeleye de aslında o zamanlarda başlamış oldum. Sevgiyle büyüyen bir çocuktum. Bunun da güzelliklerini çok gördüm. Şimdi herkese yüz puan vererek başlıyorum, sıfırla değil. Herkese güveniyorum, bazen hayal kırıklıklarına uğrasam bile bunu göze alarak herkese güvenmeyi seçiyorum. Çünkü güven olmadan, sevgi olmadan ilerleyebileceğimi düşünmüyorum. Programlarımda da bu böyle, özel hayatımda da böyle… Çocukluk dönemimde meraklı bir çocuktum ama biraz tombikçeydim 🙂 bu yüzden dalga geçilen bir çocuktum. İlkokul üçüncü sınıfta ilk defa sahneye çıktım ve ilk defa alkışlandım, adım soruldu, sınıfta daha ilgi duyulan biri haline gelmeye başladım. İlk okul bittikten sonra bluğ çağı başlayınca bedensel bir değişimde biraz daha genç kız formuna kavuştum. Bunu niye anlatıyorum; çünkü kilolu olmayı ve dalga geçilmeyi küçükken bir şekilde yaşamış oldum, sonra büyüdüğüm zaman asla insanlarla dalga geçilmesine katlanamadım ve hep korumacı bir tavır takındım. Hala da öyleyim, her zaman da öyle olacak.
Ailenizin bugünkü duruşunuzda nasıl bir etkisi oldu? Kendinize kimi örnek aldınız?
Aile; çocuğun gelişimi için büyüdüğü zaman yaptığı yanlışlar ve doğrular için çok önemli bir aydınlanma süreci yaşatıyor insana. Annem babam ayrı olmasına rağmen benimle hep ilgilendiler. Babam Avusturya’da çalıştı ve uzun yıllar orada kaldı. Ama yaz aylarında geldiği zaman çok güzel vakit geçirirdik. Pek çok şeyi babamdan öğrendim. Annemse sevmeyi ve sevilmeyi öğretti bana. Sevgisi çok içten gösteren, sarılan ve sevgisi çok güzel anladığım, hissettiğim bir insandı. Allah rahmet eğlesin, bütün ölmüşlerimizi. O yüzden bir taraftan şaslı bir çocuktum. Ben hem evlenirken hem normal hayatta insanların aileleriyle birlikte hayatlarına devam ettiğini düşünüyorum. Çünkü onlardan aldığınız terbiye ve kültür sizinle beraber gelişiyor. Bazı şeylerse hiç değişmiyor. Şimdi Aras’ı yetiştiriken hep bunları düşünüyorum, ona hep güleryüzlü davranıyorum, asla kızmıyorum, anlatıyorum. Şuan bir yaşında olduğu için belki anlattıklarımın bir kısmını anlamakta zorluk çekiyor ama hep büyük insanmış gibi konuşmaya çalışıyorum onunla. Aras henüz konuşmaya başlamadı ama ben cevapları vermeye çoktan başladım. Hiç kavga görmüyor, Allah göstermesin. Keşke ben de onun şartlarında büyüyebilseydim. Bazen de düşünüyorum insan zorlanmadan, sınanmadan, gerçekliklerle yüzleşmeden hayata hazırlayamıyor kendini. Hepimizin farklı sınavları var hayatta, tabii ki benim de oldu ama dediğim gibi ailemin dezavantajlarını avantaja döndürmeyi bildim. Sonra bunu hayatta pek çok yerde uyguladım. Hiçbirimize her şey bütün güzelliğiyle gelmiyor. Elbette hayatın sıkıntıları, zorlukları ve problemleri var ama biz bir yolunu bulup çıkmaz sokaklardan sokak yaratmalıyız kenimize. Mutlaka bir çıkış yolu var ve o yolu bulmalıyız. Bu özel hayatta da böyle, iş hayatında da böyle. Yaşadıkça kendi dengelerimizi oluşturuyoruz, bunun için aile çok önemli.
Ben kendime babamı örnek aldım, çok şey öğrendim babamdan. Erkekleri babamla tanıdım o yüzden pek yanıldığım söylenemez bu konuda. Geriye dönüp baktığımda iyi ki yapmışım dediğim çok şey oldu. Bunları babama borçluyum.
Televizyonda olmayı ve sunuculuğu nasıl seçtiniz? Okul yıllarınızdan ve iş hayatınıza atıldığınız ilk dönemlerinizden bahseder misiniz?
Aslında bu kendiliğinden oldu desem… Fatih Koleji mezunuyum ben. Kolejdeki öğretmenlerimin desteğiyle şiir okuma yarışmalarına katıldım ve çok güzel dereceler aldım. İlkokulda pasif biriyken, ortaokul ve lise de bu durum tam tersine dönüştü. O yüzden çocuğunuz bir dönem pasif kalabiliyor ve siz bundan endişe ediyorsanız korkmayın sonrasında çocuk bir şekilde açılabiliyor, bunun en güzel örneği benim 🙂 muhtemelen ilkokul sıralarındayken beni gören birisi, ileride televizyoncu olacağımı asla düşünemezdi. Hayat ve insanlar sürprizlerle dolu, lütfen çocuklarınıza güvenin ve onların mümkünse ne yapmaktan keyif aldıklarını, neye yetenekleri olduğunu bulmaya çalışın. Ben kendimi çok şanslı görüyorum çünkü yeteneğimin olduğu bir işi devam ettirebiliyorum. Artık günümüzde şöyle bir gerçek var; hangi okuldan mezun olursanız olun, kendinizi doğru ifade edemiyor, belli bir prezantabl görüntüyü yakalayamıyorsanız ne yazık ki aynı şartlarda iki kişi karşı karşıya geldiği anda diğeri tercih edilir oluyor. O yüzden mutlaka, akıllı ve çok çalışkan olmanız gerekiyor. Bir taraftan da ifade gücünüzün çok daha iyi olması gerekiyor. Anlama ve anladığını doğru şekilde ifade edebilme hatta insanları doğru yönlendirebilme gibi yetenekleriniz olması gerekiyor. Bunlar kendiliğinden gelişti sanırım bende ve sonrasında radyo ile başladım. FM İzmir 101 yerel bir radyoydu, sonra İstanbul’a KanalD ile geçtim fakat öncesinde İzmir’de 10 sene çalıştım. Kanal Ege’de, Kanal1’de… Benim için şahane deneyimlerdi. Ama en güzel ve keyifli olan tarafı İzmir’de TRT’de yetişmekti. Sacit Şahin, İsmail Elden benim ilk yapımcılarımdır. Onları her zaman her fırsatta teşekkürlerle dile getiririm. Gerçekten çok özel zamanlardı, benim çok şey öğrendiğim bir yuvadır TRT İzmir televizyonu. Cemalettin Özdoğan benim sesimi radyoda duyup onlara tavsiye etmiş ve böylece başlamıştır benim iş hayatım. Bu da torpilin olmadığı güzel bir dönem oldu benim için. Cemallettin Özdoğan Hürriyet’in Ege bölge temsilcisiydi o zaman ve sabahları işe giderken meğer radyoda beni dinlermiş ve benim o zaman yapımcılarım da televizyon için bir sunucu arayışındalarmış. Onlara demiş ki bir kız var sabahları sesini duyuyorum, bir görüşün tanışın demiş. Sonra radyoyu aradılar dediler ki TRT’den sizi arıyorlar. Kalbimin nasıl attığını anlatamam size (gülüyor) Görüşmeye gittiğimde yine aynı şekilde çok heyecanlıydım. Sonra işe alındım. Daha 17 yaşındaydım, okulum devam ediyordu ve Genç Gözüyle adlı bir gençlik programı sunmaya başladım. Benim için müthiş heyecanlı bir işti ve çok güzel deneyimlerdi. TRT’nin benim özgeçmişimde muazzam bir yeri vardır.
Birçoğumuz hayat telaşından gülümsemeyi unuttuk. Sizi ekranda hep güleryüzlü halinizle görüyoruz. Ama yakından görünce de anladık ki günlük hayatınızda da güleryüzlü ve çok zarifsiniz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Hayata olumlu bakmaya çalışarak, mutlaka iyi tarafını görerek, iyi tarafı yoksa bile bulmaya çalışarak aslında… Ben çok şükrediyorum, şükretmek var olan güzellikleri tekrar tekrar görmeme sebep oluyor. Nelere sahip olduğumu görüyorum, anlıyorum ve mutlu olmak için çok sebebim olduğunu fark ediyorum. Ki aslında ben şanslıyım, iyi bir ailem, iyi bir evladım, iyi bir eşim var ve iyi bir işim var. Etrafımda sevdiğim insanlar var. Kazıklar da yedim, işlerimin yolunda gitmediği de oldu, parasız da kaldım, hayal kırıklığına uğradığım zamanlar da oldu ama insanız biz, bunlar normal. İnsanlardan, olaylardan beklentinizi sınırlarsanız zaten mutsuzluğunuzu da sınırlamış oluyorsunuz. Herkesten her şeyi beklemelisiniz, negatif veya güvensiz olmaktan bahsetmiyorum, tam tersi olabilir yapabilir der geçerim ben. İnsandır çiğ süt emmiştirder geçerim. Çok fazla kafama takmamaya çalışırım. Gamsızlığın biraz daha insani boyutu benimkisi. Programlarımda izleyicime de hep söylüyorum. Düşün düşün, çalış koştur, herkesin derdini dert edin nereye kadar? Yaşanacak bir ömürümüz var ve hayat bir gün gibi geçiyor. O bir gün de bugün hepimiz için. Yani şuan bu röportajı okuduğunuz an mesela… asla tekrarı yok geriye dönemiyorsunuz. Ben hayatımda bu mantıkla hareket ediyorum. Sabah telefonum 06:37’de çalar ve her sabaha aynı mesajla uyanırım; uyan ve gülümse, hayat bir gün, o da bu gün ve asla tekrarı yok. Bu mesaj aslında benim hayatımın anlamı oldu, çünkü çok doğru. Yaşadığınız zamanın, saatin, söylediğiniz sözün, duyduğunuz güzel cümlelerin ya da negatif cümlelerin tekrarı yok. Negatifi en aza indirmek, iyi olanı fazlalaştırmak gerekiyor. Bir de iyi niyetli olmak gerekiyor yaa… üç günlük dünya… olumlu bakabilmek sizi gençleştiriyor, daha iyi bir insan yapıyor, hayata daha fazla sarılıyorsunuz, hayat da size daha fazla gülümsüyor. Ben olumlu mesajların olumlu geri dönüşleri olduğunu düşünüyorum. Şanslı hissettiğinizde kendinizi gerçekten şans bir şekilde gelip sizi buluyor. Diliyorum sizin de hayatta şansınız çok olur.
Bir televizyon programı yapmak insanları eğlendirmeyi gerektirir ama aynı zamanda izleyenlere bir şeyler katabilmeli, bir şeyler öğretebilmelidir. Sizin programlarınız bu anlamda oldukça başarılı. Bu durum size ne hissettiriyor?
Söyledikleriniz bizim için çok değerli önce bunu söylemek istiyorum. Çünkü gerçekten eğlendirirken bilgi aktarmak çok kıymetli televizyonda. Bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizde mutlaka herkes o gün kendine yeni bir şeyler katmış oluyor. Eğlenerek öğreniyor. Çok samimi bir ortamda yapıyoruz programımızı, aslında biz hayatımızın o kısmını beraberce yaşıyoruz. Yani ben orada söylediğim hiçbir şeyi özel hayatımda farklı hale getirmiyorum, neysem o yum. Doktorlarım çok kıymetli ve çok özel, üstelik istediğimi sorabiliyorum onlara. Bizim anlayabileceğimiz düzeyde cevap vermelerini sağlıyorum, böylece herkes daha anlaşılır, daha kaliteli ve keyifli bir program izlemiş oluyor. Geri dönüşlerden anlıyorum. Bu program benim için pek çok hayata dokunma fırsatı, çok fazla hayır duası alıyoruz. En çok mutluluk duyduğum cümlelerden birisi “Allah sizden razı olsun” bunu söyletecek çok şey olabiliyor programda. Programın müthiş bir gücü var, doktorlarımızla beraber bu gücü kullanıyoruz, pek çok ameliyat yaptırdık şimdiye kadar, pek çok bebeğimiz oldu tüp bebek tedavisiyle. Hiç görünmeyen birçok rahatsızlıkla programda beraber tanıştık. Aynı sorunları yaşayan insanlar programda görüp tekrar tekrar geldiler bize. Yani hayatın belki en kıymetli anı sağlıkla ilgili sıkıntıyı hissettiğiniz ya da duyduğunuz andır. En çaresiz olduğumuz zamandır. Kendimizde olmasa bile eşimizde, çocuğumuzda olabilir. Hele çocuğumuzda varsa binbir kat artarak bize döner sıkıntı. O yüzden sağlık çok önemli. Sadece bir sağlık programı değiliz, yemek yapıyoruz, farklı meslek gruplarından misafirler davet ediyoruz, eğleniyoruz ve elbette sağlık çatısı altında çok şey öğreniyoruz. Sağolsun izleyicimizin müthiş enerjisi ve bize olan güveniyle devam ediyoruz.
Ekranların en güvenilir yüzlerinden birisiniz. Bu size fazladan bir sorumluluk yüklüyor mu? Günlük hayatınızda dezavantaj yarattığı durumlar oldu mu?
Şöyle bir şey yaşadım; elinde doktor reçetesi ve tahlillerle bir hanımefendi koşa koşa geldi bana gösterdi, oysa yanımda bir profesör vardı. Dedim ki ona soralım bunu siz sorun o zaman dedi. Müthiş bir güven bu tabii yıllar içinde oluşan bir güven. İnsanlar çok zekiler, hissediyorlar, biliyorlar ve farkındalar, yıllarca hiç yalan söylemedim onlara. Ne hissediyorsam, yüreğimde ne varsa beraber paylaştık. Benim de sorunlarım oldu, bebekle ilgili mesela. Çoğu kişi bana dua etti, ailelerinin bir parçası yaptılar beni, evlerinin kızı yaptılar. Yine duyduğum en güzel cümlelerden biri “keşke senin gibi bir gelinim olsa” idi bu muazzam bir şey benim için çünkü hiçbir anne kolay kolay bir kıza bunu söylemez. Ben bunu hala da duymaya devam ediyorum, inanın bana verilen değerin en güzel yönüdür bu, bir annenin evladına böyle bir gelin tahsir etmesi. Bazen bana eşim bu kadar açık olma diyor ama elimde değil, yüreğimde ne varsa anlatıyorum ben, beni anlayacaklarını düşünüyorum, zaman zaman aynı şeyleri hissettimizi düşünüyorum. Bazen gelinleri oluyorum konuşuyorum onlarla, bazen kayınvalide oluyorum konuşuyorum onlarla 🙂 gelen herkesle aslında bütünleşiyoruz, sadece ben değil bütün ekibim öyle… bir kişinin ağrısını, sızısını, aıcısını onlar da hissediyor ve beraberce çözüm arıyoruz. İnanın iyi bir ekip olmasa bir programın başarısı sadece bir kişiyle özdeşleştirilemez. Ben ekibimi çok seviyorum yıllardır aynı insanlarla çalışıyorum ve beni çok büyüttüklerini düşünüyorum, bu vesileyle hepsine teker teker teşekkür ediyorum.
Sizce hanımların sizi bu kadar çok sevip, kendi ailelerinden biri gibi görmelerinin sebepleri nedir?
Şuanda iki farklı projenin reklam yüzüyüm bu çok önemli bir sorumluluk benim için. Pek çok ihtimale karşı ekran yüzlerinden çok farklı kişilere, kitlelere sorular soruyorlar, o soruların çok olumlu cevaplarının bana döndüğünü görüyorum o araştırmaların sonucunda. Çok ciddi araştırmalardan bahsediyorum. Büyük reklam kampanyalarında reklam yüzleri bu şekilde seçiliyor. Ve inanmadığım hiçbir şeye evet demedim bu güne kadar. Reklam yüzü olduğum pek çok markanın da beraberce büyümesine şahitlik ettim. Bu beni çok mutlu ediyor ve gururlandırıyor. Yani bir şeye budur dediğimde önce ben inanmalıyım, önce ben kullanmalıyım ya da ben gözlemlemeliyim. Belki bu hassasiyeti gösterdiğimiz için de bir teveccüh oluşuyor insanlarda.
Sizi siz yapan özelliklerinizden biraz bahseder misiniz?
Bilmiyorum ki, sadece yaşıyorum aslında… Zaten bunu düşünmezsiniz hayatta, sonra prensipleriniz oluşmaya başladığında fark edersiniz. Mesela çok zor yalan söylerim. Asla yalan söylemem diyemem ama çok zordur benim yalan söylemem. Ve mutlaka işin içinde birisi için kötü bir algı vardır ve onu düzeltmek için bu yola başvuruyorumdur. İnsanlara çok içten davranmaya çalışırım, kolay kolay kızmam yani beni böyle kızgın gören insan sayısı oldukça azdır, hayatımda belki iki kere bağırmışımdır, sinirlenmem için çok ciddi şeyler olması gerekir. Oldukça sakin bir yapıya sahibimdir, kavga etmeyi hiç sevmem, sesimi yükseltmeyi hiç sevmem, haa tabii bu mazlumum anlamına da gelmiyor, ensesine vur lokmasını al şeklinde bir yapım yok elbette. Negatif yönlerimi de bilirim, bu da çok önemli bir erdemdir. Bazen kelimelerim kılıç yarası gibidir, kavga etmem sesimi yükseltmem ama tabii ki söyleyeceğimi söylerim. Ama bunu artık yapacak başka şey kalmadığında söylemeyi tercih ederim. Kalp kırmamaya çalışırım, herkese iyi davranmaya çalışırım. Polyanna gibi değil ama hayata hep olumlu bakmaya çalışırım, ne kadar şanslı olduğumu çok defa düşünürüm ve Rabbime çok dua eder ve çok şükrederim. Her ikisinin de bana kattığı çok şey olduğunu düşünürüm.
Sizi en çok ne sinirlendirir?
En hassas olduğum şey, yaşlı insanlar, çocuklar ve hayvanlar. Onlara kötü bir şey yapıldığında bir hayli sinirleniyorum. Çok üzülüyorum. Bazen haberlere bakmaya bile dayanamıyorum, onun dışında günlük hayatta beni çok sinirlendiren bir şey yoktur. Her şeyi tolere edebilecek durumdayım. Bu yaşla da ilgili herhalde, belki 20 yaşında böyle değildim ama şimdi artık biliyorum ki üç gün sonra unutulacak, biliyorum ki bir sene sonra hatırlanmayacak bile, biliyorum ki o kişi bunu söylüyorsa ve yapıyorsa mutlaka hayatında bir problem olmuştur, kötü bir şey yaşamıştır. Bakın size bir şey anlatmak istiyorum; bir adam otobüse biner, yanında üç çocuğu da vardır. Çocuklar otobüsü nasıl dağıtır, herkes son derece rahatsızdır. Adamın umrumda değildir oturmuş önüne bakıyordur, insanlar gerçekten çok sinirlenir. Beklenti, adamın çocuklarını alıp toplaması ve yanında tutup sessiz kalmalarını sağlamasıdır. Oysa çocukları birinin eşarbını çeker, birinin saçını çeker, gürültü yapar ve oyun oynamaya devam ederler otobüsün ortasında. Sonunda birisi dayanamaz ve adama der ki “kardeşim sen ne biçim bir adamsın neden çocuklarına sahip çıkmıyorsun utanmıyor musun?” der. Adam döner usulca der ki; “Bugün anneleri vefat etti, hastaneden dönüyorum ve kendimde değilim” otobüsteki herkesin başından aşağı kaynar sular dökülür.
O yüzden ben hiç kimseye ön yargıyla yaklaşmam. Herkesin bir hikayesi vardır. Elbette tacize, tecavüze asla tavizim yok, asla böyle bir şey için bunun da altında bir sebebi vardır demem, hatta en katı olduğum konular bunlar. Ama onun dışında insanların olumsuz davranırken mutlaka bir sebebi vardır diye düşünürüm.
Harika bir evliliğiniz ve dünyalar tatlısı bir oğlunuz var. Mutlu evliliğin bir sırrı var mı? Sizce evlilikle bir kadının üzerine hangi görevler düşüyor?
Teşekkür ediyorum ama hiç kimsenin çook mutlu çook harika bir evliliği olduğunu düşünmüyorum, bu masallarda var… evet evliliğim çok iyi gidiyor şükürler olsun, ama hiçbir şeyin garantisi yok dünyada, bunun bilinciyle yaşarım ben her zaman. Zaten evlilikte ohh harika gidiyor her şey garanti altında dediğiniz zaman bir şeyleri farklı ya da eksik yapmaya başlayabilirsiniz. Ben yayında da şunu söylüyorum ilişkinizin sevgiye dönüşmesini bekleyin, yani aşıkken evlenmeyin, aşk geçici bir görme bozukluğu ve bu sırada birçok şeyi görmenize engel olan hormonlar çalışıyor. Hormonlar sakinleştikten, biraz zaman geçtikten sonra eğer hissettikleriniz sevgiye dönüşüyorsa işte o zaman evliliği düşünün. Aşk çok enteresan bir duygudur ve nefrete de dönüşebilir. Ben aşkım sevgiye dönüştükten sonra evlenenlerdenim. Bir şey daha; bu dergi İzmir gibi, Mavişehir gibi son derece aydın, kültürel düzeyi yüksek ve gerçekten Türkiye’nin nazar boncuğunda yayınlanıyor. Ne yazık ki Türkiye sadece İzmir’den ibaret değil… keşke öyle olabilse… ama kadınların hor görüldüğü, hiçe sayıldığı, evden çıkarılmadığı gibi acı gerçekler var. Mesela İstanbul’da yaşayıp deniz görmeyen insanlar var, ve bu insanların çoğu kadın. Ne yazık ki kadınların üzerinden hükümdarlık gibi devam eden pek çok evlilliğe de şahit oldum ben. Bu yüzden kız çocuklarımız mutlaka okutulmalı, bence geleceğin sırrı burada aslında. Mutlu evliliğin sırrı var mı; sır demeyelim ama paylaşabileceğim birkaç şey var elbette. Bir kere sakin olmak, olaylara uzaktan bakabilmek, önce susmayı bilmek, sonra tartıp konuşabilmek sadece evlilikte değil normal hayatınızda da sizi bir adım önde tutabilen bir erdem haline geliyor. Konuşabildiğiniz birisiyle evli olabilmek şahana bir olay. Yani bir şeyleri anlatırken heyecanlandığınız, paylaşabildiğiniz, birbirinize dokunmaktan keyif aldığınız, yıllar sonra hala gözlerinin içine bakabildiğiniz, bazı şeyler tekdüze gitmeye başlasa bile hala ona olan vicdani duygularınızın devam ettiği, kıyamadığınız bir evlilik gerçekten şahane olur. Bir de çocukla taçlanırsa işte o zaman değmeyin keyfimize 🙂
Biz şuan bu aşamadayız. İnşallah yıllarca böyle devam eder.
Peki oğlunuz Aras dersek neler söylemek istersiniz?
Dünyaları kelimelere sığdırabilseydim ve mutluluğu uçurabilseydim havaya heralde Aras’ı tarif edebilirdim (gülüyor) bambaşka bir duygu, tarifsiz bir mutluluk ve çelişkili bir dünya demekmiş. Bir taraftan o kadar mutluyum ki ama bir taraftan da hayatımda hiç korkmadığım kadar korkuyorum, başına bir şey gelirse diye olmadık zamanlarda saçma sapan korkulara kapılıyorum. O yüzden evlat sahibi olmanın ne demek olduğunu en iyi bilenlerden birisi olarak şu dünyada Rabbim hiçbir anneyi evlatsız bırakmasın, hiçbir evladı da annesiz bırakmasın diye diliyorum. Anne olmak muhteşem bir duyguymuş, Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah.
Hamilelik ve lohusalık dönemindeki annelere tavsiyeleriniz var mı?
Hayatınızın en güzel dönemini yaşıyorsunuz lütfen tadını çıkartın, gereksiz şeylere çok fazla kafanızı takmayın. Hormonlarınız sizi çok farklı şekillerde yönlendiriyor o yüzden bazen bilinçsiz yapılan şeyleri ciddiye almayın. Kimi insanın çok güzel geçiyor hamileliği ben onlardan birisiyim, kiminin biraz zorlu geçiyor ama zaten annelik zorlu bir sınav, hiç bitmiyor ne derdi ne keyfi, buna hazırsanız anne olun derim.
Burada babalara da çok büyük görev düşüyor, asla bize kilolu olduğumuzu söylemeyin (gülüyor) en azından bu dönem kendimizi hep iyi ve güzel hissetmemizi sağlayın, çünkü duygu durum değişiklikleri hamileleri çok etkiliyor.
Bir de kayınvalidelere de bir sözüm var; lütfen gelininizi kendinizle kıyaslamayın, bırakın hamileliğini kendi istediği gibi yaşasın, kadınsal dürtüleri ve fitne fesadı bir kenara bırakıp torununuzun tadını çıkartın. Bu arada çok iyi kayınvalideler de var sözüm onlara değil, anneden anne, yakından destek olan kayınvalideler başımızın tacı onlar sağolsunlar. Bu arada benim kayınvalidem de bana çok destek oldu, asla hakkını ödeyemem o konuda. Hamilelik bence şahane bir şey, bir kadının hayatta yaşaması gereken bir deneyimmiş ama olmasaydı çocuğum, yaşayamasaydım bunları ona da şükür diyecektim, hayat böyle de güzel diyecektim çünkü hayat devam ediyor.
İzmir’e ve Çeşme’ye hangi sıklıkta geliyorsunuz?
Ben zaten İzmirliyim biliyorsunuz. Çeşme’de evimiz var ve her yıl yaklaşık iki ayı burada geçiriyoruz. İzmir çok sevdiğim bir şehir, çok sevdiğim bir anlayış, bir kültür İzmir aynı zamanda… Herkesin çok para kazanıp İzmir’de yaşamak istiyorum dediği yer benim zaten memleketim, ne büyük bir şans benim için. Mavişehir ve Karşıyaka eşimle birlikte hayatıma girdi, ben aslında Göztepeliyim, Güzelyalılıyım 🙂 evlenince evim de Karşıyaka’da olunca tabii Karşıyaka’nın güzelliğini ve keyfini daha çok yaşamaya ve hızla alışmaya başladım.
Yaz aylarının büyük bir bölümünü Çeşme’de geçiriyoruz. Programımız yaz sezonuna girip bitince yine İzmir’e geleceğim ve bunun için çok mutluyum.
Son olarak İzmir ve İzmirliler hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Mis gibi kokan kent, imbatıyla, güleryüzlü insanlarıyla, neşesiyle, zerafetiyle, yaşam biçimiyle, hayata bakışıyla bambaşka bir şehir İzmir.
İzmirli olmak ise büyük bir keyif bir güzellik, her zaman her yerde İzmirliyim diyorum, hala programda simit yerine gevrek diyorum 🙂 Yılmaz Özdil’i büyük bir keyifle okuyorum. Havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez ama İzmir’den İstanbul’a gittiğiniz zaman bir sıfır önde başlarsınız derler, ben öyle duydum en azından… Gerçekten İzmir’in yüreği güzel insanlarını çok seviyorum.
Bu samimi röportaj için çok teşekkür ederiz.
Ben de size ve tüm ekibinize teşekkür ediyorum, sevgilerimi sunuyorum.