Besteleriyle olduğu kadar seslendirdiği dizi jenerikleriyle de adından söz ettiren eğlenceli şarkıcı Aydilge’nin mütevazi evine magazin editörümüz İsmail, Mavişehir Dergisi okurları için konuk oldu. Şimdi sizler de bu koyu sohbetin içine dalıp, Aydilge’yle kendi evinizde karşılıklı kahve içiyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz. Bizden söylemesi… 🙂
Röportaj: İsmail Gökgez Instagram: @isogkgz
Şöhretin getirdiği büyüye hiç kapıldınız mı?
Hiçbir zaman kapılmadım. Ama bunu kendimi övmek için söylemiyorum. Her insanın hayatında farklı değerler vardır. Mesela o değerlerden biri benim için hiçbir zaman para olmadı. Zaten gördüğün gibi evimiz çok mütevazi. Yani ben olduğum gibi biriyim. Kazandığım bütün parayı müziğe yatırdım. O yüzden cebe öyle çok para kalmıyor. Başka bir insan 5 ya da 6 kişilik bir orkestrayla çıkarım derken ben 9 kişi çıkıyorum. Çünkü çok güzel bir sahne olsun istiyorum.
Peki her yere 9 kişi çıkabiliyor musunuz?
Tabi tabi bütün ekibim benim 9 kişi. Eğer çok özel akustik bir yer değilse kaldıramıyorsa ona göre seçim yapıyoruz. Mesela barda o yüzden çıkmayı tercih etmiyorum. Çünkü her barın ya da gece kulübünün iyi sistemi yok.
Bar şarkıcısı olmak daha farklı bir imaj çizer ama değil mi?
Aynen. Ama bu bar şarkıcısı daha ucuz gözükür diye değil. Asla bununla alakası yok. Bar sanatçısının izleyicisiyle farklı bir iletişimi var. Daha geç saatler. Ee bir de alkollü ortamlar. Şimdi ben sigara ve alkol kullanmıyorum. Alkollü ortamdaki frekans daha farklı oluyor. Ben ayık olduğum için anlaşamayız diye düşünüyorum. Alkollü insanla alkolsüz insanın frekansı tutmaz ya konuşmaya başladığı zaman. Bu kopukluk olabilir diye ben o tür yerlerde çıkmayı tercih etmiyorum. Bu demek değil ki ben barda çalan müzisyenleri sevmiyorum saymıyorum. Asla öyle bir niyetim olamaz. Müzisyen müzisyendir. Yanlış anlaşılırsa çok üzülürüm. Ben büyük sahnede koşturarak, büyük kitlelere hitap ederek, onlarla kucaklaşarak, ellerini tutarak büyük büyük o bağırmalarını dinleyerek sahne almayı seviyorum. Ve oraya sadece müzik dinlemeye geldiklerini hissederek, benim için orada olduklarını farkında olarak, ortam olsun diye gelmediklerini bilmek çok güzel. Yani şöyle birileriyle tanışmak ya da ortam olsun alkol alayım da kim çıkarsa çıksın mantığıyla gelmediklerini biliyorsun. Çünkü bir bara gitmeyi seviyorsanız ya da o yerde o gün Aydilge olur öbür gün Ahmet olur diğer gün Mehmet olur. Bu sizin için fark etmez. Çünkü siz oraya gidiyorsunuz isme değil. Aslında orada müzisyen sadece bir dekordur. Ama konser olunca ne oluyor? İnsanlar sana geliyor. Ve o koca alan dolduğunda haykırarak şarkı söylediğiniz zaman insanlarda da inanılmaz bir coşku oluyor. Konsere çok üzgün bile gelse rahatlamış ve huzurlu çıkıyor.
Bu soru çok soruldu ama çocuk düşünüyor musunuz?
Düşünmüyoruz çünkü çocuk bizim için basit bir şey değil. Şu mantıkla bakmıyoruz: ee evlendik şimdi sırada çocuk var. Bu Türklere özgü bir şey. Evlendikten sonra ee çocuk ne zaman sorusu başlıyor. İyi de biz böyle bir plan yapmadık ki. Geleneksel kafalara uyacağız diye kaide yok. Çocuk sizin ya da bizim oyuncağımız değil. İnsanlar sıkıldıkça evlilikleri monotonlaştıkça çocuk yapıyorlar. Evliliği hareketlendirmek için çocuk yapılır mı? Ne kadar bencilce bir şey. Çocuk yapalım da bir hareket olsun hayatımızda mantığıyla bakanlar var. Canlı oyuncağınız değil o bir birey. Ayrıca bazı insanlar şöyle düşünüyor: yaşlandıkça bize baksın. Bu ne ya? Sen dünyaya köle mi getiriyorsun sana bakması için? Biz şunu çok unutuyoruz. Çocuklar bizim uzantılarımız ya da bedenimizin ruhumuzun bir bölümünün devamı değiller. Onlar ayrı birer bireyler. Biz sadece aracıyız. Çocuk yapmak istiyorsan gerçekten yaparsın ama saçma sapan niyetlerle bunu yapamazsın. Yanlış.
Anneniz babanız demiyor mu torun sevmek istiyoruz diye?
Demiyorlar onlar da sağ olsunlar. Onların da hayatında boşluk yok ki. Kendi içlerinde yaşamı doya doya geçirmiş biri 70 biri 71 yaşında ama birbirleriyle iletişimleri hala çok güzel. Yani şöyle bir boşlukta değiller: “ya ne olsa da oyalansak, torun olsa da sevsek”
Peki var mı başka torunları?
Bir tane var. Ablamın oğlu Kaan. Onlar da gayet bilinçliler bu konuda. Olmasa hiç torunları belki hasretini çekebilirlerdi. Ama Kaan’ımız var.
Eşiniz de müzisyen. Keman çalıyor. Aynı zamanda iş ilişkiniz de var. Sormak istediğim şu eşle iş yapmak kolay mı? Aradaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Bu insanın yapısına göre değişiyor. Tamamen egoyla alakalı bir şey. Eğer kendi aşağılık kompleksleriniz varsa ya diğer kişinin başarısını kıskanır onu ezmeye çalışır ve gerçekten hayatınız cehenneme dönebilir. Kim daha başarılı diye bir ego yarışına dönebilir. Kim daha ön plana çıkmalı, işte sen çok ön plana çıktın ben geride kaldım vs. vs. Ne Utku’nun ne benim böyle komplekslerimiz yok. Çok şükür. Bence sevgi böyle bir şey değil. Paylaşmak ve birbirine hayran olmayı içermeli. Ben Utku’ya eşim olmasa da hayranlık duyardım şu anda da hayranlık duyuyorum. Eşim olması bunu değiştirmiyor. Hiç evlenmedik diyelim. İzlerdim ve derdim ki “ya Allah’ım ne kadar iyi çalıyor.” Şu anda aynı durumdayım. Evlendik diye ben neden onun hayranı olmayayım ki? Utku da beni dinliyor mesela. Bazen odasında dinliyor. Ben burada oturuyorum o diğer odada benim şarkımı açıp dinliyor. Bu durum hoşumuza gidiyor. Evli olmamız buna engel değil. Birbirimizin işlerine zevkle destek oluyoruz. Utku’nun şöyle bir güzelliği var. Erkek olarak Türk normlarına göre daha baskın olmalı diye düşünürler. Genelde Türk toplumunda bilirsin kadının arkasında kalmayayım, kadın benden ön planda gözükmesin durumu vardır ya. Utku bir kere ün olarak benim daha ünlü olmamı çok rahat hazmediyor. Hiç umurunda değil. Kompleks haline getirmiyor. Müzik anlamında benden daha fazla eğitimi var mesela. Adamın işi bu öğretmen aynı zamanda. Bana müzik anlamındaki saygısı hiçbir zaman değişmiyor. Çünkü benim besteci olmamı, söz yazabilmemi inanılmaz özel bir yetenek olarak görüyor. Birbirimizin farklı yönleri bizler için avantaj. Biz bunu bir ego yarışına değil paylaşıma dönüştürüyoruz. Birbirimize hayranlık duyuyoruz.
Aydilge çocuk şarkıcısı mıdır? İnsanlarda böyle bir algı mı var?
Böyle bir algı mı var? (Gülüyor) Çocukların çok sevdiğini biliyorum ama çocuk şarkıcısı diye hiç duymadım. Şunu çok duydum bak: dizilerin aranan sesi. Dizilerin kitlesi çok geniş olduğu için… Ben de baya geniş bir kitleye hitap ediyorum. Şunu çok fark ediyorum. Artık bariz bir şekilde görüyorum. Beni dinleyen kadın sayısı çok fazla. Bunun nedeninin de şununla çok alakalı olduğunu düşünüyorum. Biraz aslında o erkek egemen söylemlerim karşısında durmam, kadınları çok destekleyen bir tarafımın olması hem de duygularımı fazla fazla ifade ediyor olmam. Erkekler aşırı duygusallıktan pek hoşlanmıyor. Şarkılarım erkeklere fazla duygusal gelebilir ya da fiziksel olarak seksapalitesi olan eserler paylaşmıyorum diye daha düşük olabilir erkek kitlem. Daha çıplak daha seksi şarkıcıları da takip edebiliyorlar. Ve aile sıcaklığı olduğu için biraz bende. Ben de gördükleri şey seksi bir kadından daha çok Aydilge beni dinler anlar duygularımı anlatır oluyor. Bedenden ziyade his üzerine odaklı bir dinleyici kitlem var. Ben halimden memnunum.
Dizi müziklerinin aranılan ismi… Peki bu imajdan memnun musunuz?
Bu beni mutlu ediyor. Bazen insanlar beni gördüklerinde şöyle söylüyor: “Biz Kiraz Mevsimi’nden önce de seviyorduk” “Biz Kiralık Aşk’tan önce de dinliyorduk” “Biz Benim Adım Melek’ten önce de hayrandık” Onlar bozuluyor. Sanki siz dizilerden sonra meşhur oldunuz ama biz hep vardık demek istiyorlar. Onların iyi niyetini çok seviyorum. Benim için sorun değil. Ben kime nereden ulaşıyorsam bu benim için büyük mutluluk.
Siz estetiğe karşı mısınız?
Ben doğallıktan yanayım. Ama yaptırmam ettiremem gibi kesin şeyler beni hep korkutur. İleride olabilir ama mümkün olduğunca doğal olmasını isterim.
Bildiğim kadarıyla üç kitabınız var. Yeni kitap geliyor mu?
İnsanlar hep bunu soruyor. Bavul Dergisi ve dijital topuklar internet sitesinde yazıyorum. Evde kaldığımız dönemde Çatı Katı Aşk’ın jeneriğini yaptım, Evden Akustik albümünü çıkardık eşimle beraber. Bir Kedim Var, Parmak İzlerin, Bal Gibi çıktı. Aydilge hiç boş kalmıyor ki kitap yazsın. (Gülüyor)
Hayatınızı okurken bir şey dikkatimi çekti. Okullardan neden hep birincilikle mezun oluyorsunuz?
İnan çok enteresan. Bunun için hiç çaba sarf etmedim. Hiçbir zaman aşırı çalışkan bir öğrenci olmadım. Hiç hırslarım da olmadı. Kendi yapım böyleydi. Bence özellikle öyle olduğum için birinci oldum. Çünkü o hırs insanın ayağına takılıyor. Hatta ben üniversite birincisi olduğumu hiç o kadar düşünmüyordum ki normalde 97 ortalamayla birinci olmak kesindir. Ama o kadar aklımda ve umurumda değil ki düşünmemişim bile. Ne olacak ki birinci olunca? Hala öyleyim. Ben yıllarca üniversite birincisi olduğumu hiç söylemedim. Birisi üniversite birincilik belgemi gördü. Ondan sonra niye söylemiyorsun manyak mısın dedi. Ee ne gerek var? Ayıp dedim. Hem ne diyeceğim millete merhabalar ben üniversite birincisiyim mi? Sonra dedim bunları anlatman lazım Aydilge ki seni tanısınlar bilsinler. Ben birinci oldum ama nasıl ağlıyorum. Mutluluktan değil bu arada okul bitiyor diye. Hocalarımı falan çok seviyordum. Lise de çok rahat aktı benim. Seviyordum dersleri. Sevmediğim bir şeyi yapamıyorum zaten. Ben hep şunu söylüyorum: inek gibi değildim, inek gibi olmamak müzik yapmak beni birinci kıldı. Aileler yanlış düşünüyor. Çocuk sadece ders çalışsın müzik yapmasın sporla ilgilenmesin. Bu olmaz. Bu ters tepki yapıyor. Ve ben dershaneye gitmeden üniversiteyi kazandım. Bu da bir kalıp değil: illa dershanesiz olmaz falan. Bak oluyormuş! Ama tabi çocuğun kendi iç disiplini yoksa kafası almıyorsa bazı şeyleri gitsin. Eğer çocuk ben bunu yaparım gitmek istemiyorum benim kendi düzenim var ve yapacağım diyorsa inanın çocuklara ya.
Kimsesiz çocuklar için bir sanat okulu açmayı düşünüyorsunuz… Çok özel bir hayal bu.
Ay evet. En büyük hayalimiz ya. İnşallah olur. Biz çok istiyoruz. Türkiye’de yapılmadı. Nesin Vakfı var ama biz onun daha sanat odaklı halini düşünüyoruz. Çocuklar o kadar özgür olacaklar ki mesela ben her çocuğun bir şeye yetenekli olduğuna yüzde yüz eminim. Sadece imkanla alakalı. Bazen ortaya çıkmayabiliyor. Hiçbir şeye zorlamadan neye yeteneği varsa onu almasını istiyoruz. Yok piyano çalsın, onu yapsın bunu yapsın. Böyle yönlendirmeyi çok seven aileler var ya. Bu da hoş değil. O çocuk piyano çalamıyor yani. Zorla mı çaldıracaksın? Belki başka şeye yeteneği var. Doğru yönlendirmek de önemli. Bunları o yüzden çocuğun kendi seçimine bırakmak gerek. Kendi istediğini dayatmak… Bu da çok bencilce. Çocuğun üzerinden tatmin olmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
Çok üzüldüğünüz ya da mutsuz olduğunuz zamanlarda ne yaparsınız? Ya da bunu göstermeyi sever misiniz?
Genelde ben de göstermeyi sevmem ama bunu değiştirmeye çalışıyorum. Çünkü üzüntümü ve acımı çok bastırdığımı fark ettim. Yakın çevreme, eşime, anneme ve babama gösteriyorum ama arkadaşlarıma gösteremiyorum. Onlar beni hep neşeli bilir. Ben de zamanla bir savunma mekanizması olmuş. Sanki acılı taraflarımı gösterirsem insanlar canımı yakar gibi düşünüyorum. Hayır. Aslında acını gösterirsen insanlar senin nereye kadar tahammül edebileceğini daha net anlarlar. Aydilge’ye bir şey olmaz, o nasılsa üzülmez. Arkadaşlarım böyle düşünüyor. Bu onların suçu değil benim suçum. Hep o güçlü tarafımı gösteriyorum. Şimdi biraz onu değiştirmeye çalışıyorum yoksa içimde patlıyor. Bir de ben çocukken ağladığımda babam çok kızardı. Çünkü babam doktor ve artık evde ağlayan insan istemezdi. Hastanede yeterince ağlayan insan görüyordu zaten. Dolayısıyla biz babam üzülmesin diye hep susardık. Babamı çok seviyorum. O da haklı. Ama tabi bunun bir alışkanlık haline gelmemesi lazım. Kimseyi baskılamamak gerek.
Pandemi döneminde biliyorsunuz ki herkes daha ticari daha kesin geliri olan alanlara yöneldi. Siz hiç eşinizle birlikte ya şu işe mi girsek daha çok geliri olur dediniz mi?
Yok hiç demedik. Biz yapamayız ki. Müzikten başka bir iş yaptığımı düşünemiyorum.
Neden bu sektörü seçtim işi bilmeyenlerle neden uğraşıyorsun Aydilge dediğiniz zamanlar oldu mu? Ya da hiç o noktaya geldiniz mi?
Bazen şöyle oluyor. Hiç neden bu sektörü seçtim demedim. Çünkü başka alternatifim yok. Ama bir o kadar da insanı yoran bir sektör. İnsanlar işlerini düzgün yapmıyor, bir özensizlik hâkim, dolandırıcı çok fazla var, insanlara karşı sürekli bir güvensizlik oluyor, çok fazla kazık yiyorsun vs. vs. Dediğim gibi yapabileceğim başka bir sektör ya da alan yok. Çünkü ben müzik yapmak istiyorum. Müzikle mutlu oluyorum.
Müzik camiası da ne yazık ki böyle bir sektör. Yani insanları değiştiremeyeceğim için olabildiğince az hasar görerek devam etmeye ve onların oyunlarını oynamadan yürümeye çalışıyorum. Kendi halimdeyim. Sonra insanlar diyor ki “Senin klibin nasıl bu kadar az izlenir?” Ben de benim klibim az izlenmedi ki diğerleri sahte tıklanma cevabını veriyorum. Bazen insan üzülüyor. Ya ben de mi bu oyuna girsem diyorum. Bunların altında gözükmemek için ben de bunu yapsam mı diye kendime soruyorum. Çünkü çok kolay. Tık basıyorsun milyonlar oluyor. Sonra diyorum ki Aydilge senin kendi değerlerin var. Senin ne farkın kalacak? O zaman sende çarkın bir parçası olacaksın. Kendini affedebilecek misin? Vicdanın rahat edecek mi? Sorgusunu yaptığım zaman bunun benim için doğru bir şey olmadığını bir kez daha kendime hatırlatıyorum.
Keyifli röportaj için çok teşekkür ederim.
Ben de çok teşekkür ederim. Gerçekten keyifli bir röportaj oldu.