İhtiyacımız Olan Başlangıç Zihni
Başlangıç zihni derken ne kast ediyoruz, hemen anlatalım:
“Başlangıç zihni” şu anlama geliyor: Biliyor olduğunu varsaydığın, düşündüğün pek çok kavramı, tanımı, anlamı unutmak demek.
Yani, “ne bildiğimi bilmiyorum” felsefesi. Bildiğini unutmak ve sıfırlanmış zihinle öğrenmeye hazır olma durumu.
Bu, ürkütücü bir şey gibi gelebilir. Çünkü insan bildiği bir sürü şeyin varlığı ile kendini emniyette farz ettiği gibi, bir taraftan da bu inandıkları sayesinde kendini güçlü hissedebilir.
Bununla birlikte, ne kadar inandıklarımıza sıkı sıkıya bağlıysak, o ölçüde yanılabiliyoruz. Değişime o ölçüde direnebiliyoruz.
Oysa ki bilgi, inanış, fikirler, dünün öğretileri. Bugün eskimiş, güncellenmeye açık hale gelmiş olabilir. Hücrelerin yenilenmesi bilinçaltının işidir; fakat fikirlerin yenilenmesi, bilincin işidir. İnsandaki değişim, insanın çabasıyla geliştirilen birlince bırakılmıştır.
İnsan zihninden geçen düşüncelerin çoğu yeniden ele alınmayı, sorgulanmayı, yeniden değerlendirilmeyi, cevaplanmayı ve yeniden güncellenmeyi bekliyor.
“—Bildiğimizi düşündüğümüz çoğu şeyi yanlış biliyor olabilir miyiz?”
Tam da bu noktada, kocaman bir ünlem işareti koymalıyım: Dikkat!
Hayatta birçok bilginin doğru olduğunu varsayarak hareket etmek, bize büyük bedeller ödetebilir.
Zaman, enerji, para bu bedellerin başında yer alıyor. Bu tıpkı, bir arkadaşının iş yerini biliyor olduğunu düşünüp, birkaç saatlik yolu (zamanını, enerjini, paranı vererek) ona gitmen ve o arkadaşının bildiğin adresten taşınmış olduğu gerçeği ile yüzleşmen gibidir. Ona sürpriz yapmak için o kadar saatlik yolu o kadar hevesle gitmiş olduğunu düşün ve bir baktın ki arkadaşın adresinde yok. Taşınmış. Bu bir bedel. Elbette bunun bir telafisi var. Ya telafisi mümkün olmayan bedeller?
Onca emek, onca çaba, onca enerji, onca zaman, onca paranın havaya gideceği, senin için tükenmişlik ve acı bedeller ödetecek olanlar?
Değişimin çeviklik anlamına geldiği bu çağda zeki olmanın da tanımını şu şekilde yapıyoruz artık: Ne kadar esnek olabiliyorsan, her ortama, duruma, koşula ne kadar adapte olabiliyorsan, bildiklerini ne kadar unutmaya, yeniden öğrenmeye kendini açabiliyorsan, o kadar zekisin demektir.
Bu durumda başlangıç zihni, değişimi zekaya dönüştüren bir yapıya sahiptir.
Başlangıç zihni, “biliyorum” dediğin her şeyi cebine alman ve zihnini boşaltman anlamına gelir.
Başlangıç zihni, bildiklerini sıfırlama noktasında başlar. Sıfırlamak, olabildiğince boş bir zihin haline gelebilmektir.
En azından zihnin müdahalesine, zihnin olur olmaz senaryolarına, hikayelerine gözlemci kalabilmektir.
Peki bu mümkün müdür?
İnsan kendi zihnindeki senaryolara seyirci kalabilir, orada ne olup bittiğine dair gözlem yapabilir mi?
Bu sorunun bilimsel yanıtı: Evet. Bunu yapabilir.
Bunu şimdilik alıp cebimize koyalım, çünkü sonra bize lazım olacak.
Zihnin bir şeyle meşgulken herhangi bir şeye odaklanabiliyor musun?
Namaz kılmak, meditasyon yapmak için harekete geçtiğinde, o eylemin içinde, bu çok net şekilde ortaya çıkar.
Namaz ya da meditasyon için niyet eder, iç dünyana dönersen, zihninde gezinen düşünceler sanki o an üşüşmeye başlar. Öyle çok düşünce zihnine üşüşür ve iç sisteminde öyle bir vıdı vıdı başlar ki, şaşar kalırsın. Bunu özellikle ilk kez yapanlar çokça deneyimler. Fakat zamanla zihni disipline etmeyi öğrendiğimizde, düşünceler susmaya başlar. İşte bu zihinsel disiplin de bir egzersiz, bir kas gelişimi ister.
Zen hikayesi bunu harika şekilde anlatır. Bir iş adamı Zen ustasının yanına gider. Ne kadar bildiğini anlatır, anlatır, anlatır. Bu sırada Zen ustası iş adamına çay ikram etmekte, servis yapmaktadır. Çayı bardağına boşaltırken bardak dolduğu halde o çayı dökmeye devam eder. Bu sırada iş adamı, “Durun, durun, bardak doldu, çay boşuna dışarı akıyor” der. Zen ustası da; “İşte senin zihnin de bu şekilde dolmuş” diye cevap verir.
Zihnini yanlış varsayımlarla doldurduğunda, enerjin boşu boşuna dışarı akmaya, heba olmaya başlar.
“Biliyorum” ifadesine tekrar bir başka gözle bakmanı rica ediyorum.
“Bili/yorum”
“Yorum” kelimesini görebiliyor musun?
Bilgi; zamana, koşullara, deneme-yanılmaya, deneyime bağlıdır ve değişebilir.
Biliyor olmak, bir çıkarımdır, yani, bir yorumdur. Beyin, dış dünyadaki ve iç dünyadaki verileri tarar ve “Olsa olsa bu böyledir” der ve bir çıkarımda bulunur. İlla ki bir şeye inanmak ve inandığı şeyi de korumak ister.
Sistemimiz bunun doğru olduğunu varsaydığında, bu varsayım, kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür. Bu durumda inandığımız fikirler, gerçeğimiz olmaya başlar.
“Krizde kimse alışveriş yapmaz” bir çıkarımdır. Bir yorumdur.
“Krizde para kazanılmaz” bir çıkarım, bir yorumdur.
“Krizde herkes yatırımdan kaçar” bir çıkarımdır. Bir yorumdur.
“Krizde iş kurulmaz” bir çıkarımdır. Bir yorumdur.
“Bu mevsimde satışlar düşer ya da bu mevsimde satışlar yükselir” bir çıkarımdır. Bir yorumdur.
“Kriz ortamlarında moraller bozuktur, insanlar ne satış yaparlar ne de satın alırlar” bir çıkarımdır. Bir yorumdur. Bu tıpkı, “Yağmurlu havalarda ruh hali kötüdür” demek gibidir.
Oysa ki, bazı insanlar özellikle yağmurlu havaları severler. Kimisi için yağmur rahmettir ve yağmur duasına çıkılır. Bu durumda yağmur iyi midir, kötü müdür? Yağmur yağmurdur. İyi ya da kötü değildir. Yağmura nötr bir şekilde yaklaştığımızda, üzülecek ya da sevinecek bir durum yoktur. Yağmura anlam yüklerseniz, yağmur iyi ya da kötü olmaya başlar. Yağmura anlam yüklemek; onu iyi ya da kötü şeklinde etiketlemekle olur. Tıpkı insanları etiketlediğimiz gibi. “Bu insan iyi, şu insan kötüdür” demek, potansiyel olarak “insanın her şey olabilme” yani, iyiyi de kötüyü de içinde barındırma durumundan ayrı bir yere koymamıza sebep olur. “Kriz ortamı kötüdür, zordur, zarar verir” bu doğru mudur? Her işletme için doğru, geçerli, gerçekçi midir? Kriz de böyledir. İyi ya da kötü değildir.Yağmur yağmurdur, kriz krizdir. İyi ya da kötü değildir. Kriz kötü bir şeyse, krizde işini iyiye taşıyabilen hiçbir insanın olmaması gerekir. Kriz ortamında bir işletme bile büyüyebiliyor, işlerini gayet de güzel yönetebiliyorsa, “Kriz ortamı kötüdür ve bütün işletmeler için zorluk ve hatta zarar getirir” varsayımını çöpe atmak gerekir.
Bu duruma gelin beynin çalışma prensipleri ile bakalım:
Beynimiz içgüdüsel olarak hayatta kalmaya programlıdır. Sürüngen beyin ya da ilkel beyin, tehlike baş gösterdiğinde; duruma göre, savaş, kaç ve dona kal komutlarından birini seçer. Kriz ya da kaos dönemleri için de bu geçerlidir.
Şöyle düşünür: Kriz tehlike demekse, ya savaşacak, ya kaçacak ya da olduğu yerde dona kalacak, hareket etmeyecektir.
Girişimciler, genel eğilim olarak hareket etmemeyi seçerler. Çünkü para kaybetme korkusu yaşarlar. Bu durumda elde olanı tutmak, korumak gibi bir dürtü ile hareket etmeme eğilimini gösterirler.
Oysa ki, bir taraftan da durmak, aslında geriye gitmektir.
O halde kriz var mıdır, yok mudur, sorusu gerçekçi bir tartışma değil.
Çünkü kriz “kafaya göre” değişir. Ya da bir başka deyişle, “kriz kafada başlar”
Tekrar başa dönerek hatırlatalım: İhtiyacımız olan tek şey, bakış açımızda gizli. Ön yargılardan, varsayımlardan, eskimiş fikirlerden ne kadar özgürleşirsek, o kadar kaliteli ve iyi bir hayat yaşarız.
İsmail Barış Özpazarcık
www.yonyonetim.com




