Merhaba, öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ankara’da doğdum. Bütün okul yıllarım Ankara’da geçti. Üç kardeşin ortancası olarak kendimi her zaman çok şanslı saydım. Çünkü her iki duyguyu da yaşayabildim ablam ve erkek kardeşim olması sayesinde. Mesleki anlamda kendimi geliştirmenin iyi yollarından biri olarak konservatuvar da okumayı tercih ettim. Bunun üzerine Hacettepe Üniversitesi Tiyatro bölümüne girdim. Dörtyüze yakın erkek arasından sadece 5 erkek oyuncu adayı aldılar, biri bendim ve çok mutluydum… Okul hayatım böylelikle başlamış oldu. Mezun olduktan sonra da Devlet Tiyatrolarının açmış olduğu sınava girerek mecburi hizmetim olan Adana Devlet Tiyatrosu’na kadrolu oyuncu olarak atandım. Burada on iki yılım geçti. Ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu’na tayinim gerçekleşti ve görevim burada devam etmekte halen…
Rol seçerken önem verdiğiniz ve dikkat ettiğiniz şeyler nelerdir?
Tabii ki her oyuncunun aklında bir rol karakteri mutlaka vardır bir gün oynamak istediği ama ben şöyle yaklaşırım duruma… Bana teklif edilen karakteri en iyi nasıl oynarım sadece buna odaklanırım yani kısacası rol seçmem. Her rolü severek oynarım çünkü beni bir şekilde yakalamıştır zaten o karakter, onun için heyecan duyarım ve başarmak için elimden geleni yaparım.
Türkiye’de oyunculuk sektörü hakkındaki görüşleriniz ve bu sektörün çok daha iyi seviyeye gelmesi için ne gibi sorumluluklarınız var? Önerileriniz neler olur?
Türkiye de oyunculuk sektörü çok hızlı gelişiyor fakat aynı oranda da kalite bozuluyor. İki üç aylık oyunculuk eğitimi veren yerler var ve buradan mezun olanlar tam donanıma sahip olamadan, oyunculuğun ne olduğu, öğrenmenin asla bitmeyeceği konularında bilgi eksikliği ile oyuncu olduklarını iddia ederek iş arıyorlar. Birçoğu da hüsrana uğruyor. Oyuncu adaylarına para kaynağı gözüyle bakan bu kısacık eğitim veren okullar aslında dizi, sinema ve tiyatro sanatına darbe vuruyorlar. Gençlerin umutlarıyla oynuyorlar. Bence yapılması gereken bu yanlış eğitim sisteminin bir an önce belirli kurallara kavuşması gerekliliğidir.
Şu an TV de 90’lar dizisinde görüyoruz sizi… Rolünüz ve dizi hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Evet 90’lar dizisinde yer almaktan ve bizimki gibi mükemmel anlaşan bir ekipte olmaktan çok mutluyum, çünkü her zaman böylesine bir uyumu yakalamak pek mümkün olmuyor. Rolümü ilk okuduğumda içten içe çok heyecanlandım, çünkü o yıllarda yaşamış biri olarak oynadığım karakterin tavırlarından kostümüme kadar zaten bildiğim, hatta özlem duyduğum yıllara kavuşmaktan inanılmaz keyif aldım. İzleyicinin de keyif aldığı belli ki; beni yolda görenler her zaman benim hissettiğim duyguları bana söylüyorlar. E tabiî ki bu da hoşuma gidiyor ve bunu insanların mutlu, o yıllara özlem dolu yüzlerinden ve sözlerinden anlıyorum.
Sizin için doksanlı yıllar ne ifade ediyor? Bir çok tv programına, haberlere konu olmuş, dizisi de çekilen doksanlı yıllar neden bu kadar önem taşıyor?
90’lı yıllar saf sevginin, art niyetsiz arkadaşlıkların, harika masum aşkların, sevdiğiniz birini gördüğünüzde yanaklarınızın pembeleştiği, karşınızda kalbinizin tamamını kaplayan sevgiliye onu incitmeden nasıl konuşurum diye fazlaca sorguladığımız bir dönemdi. 90’lar düşündüğünüzü anında söyleyememenin verdiği ızdırapla hesaplar yapıp beyin süzgecinden geçirdiğiniz kelimeleri sunmayı ifade ediyor. Mutluydum, mutluyduk o yıllarda…
İleriye dönük projeleriniz var mı; varsa onlardan söz edebilir misiniz?
Evet tabiî ki olmaz mı… Devlet Tiyatroları oyuncusu olduğum için mesleğim ile ilgili oyuncu ve rejisör olarak önümüzdeki sezonda çalışmalarım olacak. Bunun yanında bir sinema filminde oynamak istiyorum. Kısacası yoğun bir sezona giriyorum…
Çekim olmayan günlerinizde neler yaparsınız?
Film izlemek benim için vazgeçilmesi çok zor bir tutku. Zengin bir film arşivim var. Filmi izlerken kendimi o aktörün yerine koyarım ya da o senaryoda ben nasıl oynardım diye kafa yorarım. Çünkü öğrenmenin hiçbir zaman sonu yoktur. Hele ki oyunculuk ise mesleğiniz ölene kadar öğrenecekleriniz hiç bitmez. “Ben oyuncu oldum artık oyunculuk hakkında öğrenebileceğim pek bir şey kalmadı” gibi cümleleri söylediğiniz zaman aslında hiçbir yol kat edememişsiniz demektir. Yani uzun lafın kısası boş zamanım olmuyor sürekli yeni şeylerle meşgul oluyorum. Kısa gezilere çıkarım kafamı rahatlatmak için. O an içimden ne gelirse onu yapmaya çalışırım. İnternet ve bilgisayar benim hayatımın çok içinde olan şeyler, onlardan da sıkça yararlanırım…
Dergimizin sevgi temalı sayısında sayfalarımıza konuk olacaksınız bu nedenle size sevgi hakkında bazı sorular yöneltmeme izin verin lütfen…
Aşkı ve sevgiyi nasıl tanımlarsınız?
Çok büyük bir kavram bu AŞK denilen harika şey. Aşk o kadar çok şekilde olabilir ki, benim hissettiğim, güçlük çektiğim en zor konudur bu. Tabiî ki bu bana özel bir şey değil, herkes bu güçlüğü yaşamıştır ya da yaşıyordur. (Derin bir nefes aldı ve gülümsedi). Aşk, ona bakarken mutluluktan gözünden bir damla yaş akmasıdır, aşk yüreğinde sızıdır, endişedir, yemek yerken o yoksa boğazından lokmanın zor geçmesidir, içinden yanımda olsa da diğer yarıma kavuşsam denmesidir. Aşk kavuşma anına yaklaştıkça çocukça huysuzlanmaktır, aşk başka işlerle uğraşırken konunun hep ona bağlanmasıdır. Aşk ona sıkıca, sımsıkıca sarıldığında bunun bile yetmediğini hissetmektir. Aşk olmazsa olmazdır, kaçamazsın saklanamazsın…
Türk toplumunda aşk ve sevgiye karşı bir ön yargı söz konusu; içimizdeki sevgiyi belli edemiyor, aşk ve sevginin alay edilebilecek veya ayıplanacak bir yanı olduğunu düşünüyoruz, buna katılıyor musunuz? Bu konuda görüşleriniz nelerdir?
Aşk ya da sevgiyle alay eden insan olamayacağına inanıyorum ama eğer var ise onun da insan olmanın ne demek olduğunu kavrayamamış olduğuna inanıyorum. Aşk ve sevgi biz doğarken bizimle gelir onu sonradan bozan şeylerle yıpranır. Tamiri imkansız bir şey de değildir, yeter ki kendimizle barışık olalım ve en önemlisi insan olalım…
Sizinle sohbet çok güzeldi, sorularımızı içtenlikle yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.
Asıl ben teşekkür ederim bu kadar iyi ve dinamik bir dergi ve sizin gibi işine aşkla bağlı biriyle sohbet etmek benim için harikaydı…