Yıllardır yakından tanıdığımız, neşe dolu, güçlü aile bağları olan, disiplinli ve renkli hayatıyla Türkiye’yi dünyada başarıyla temsil eden milli rüzgar sörfçümüz Bora Kozanoğlu bu sayıda sizlerle… Bir Türkiye birinciliği, iki de dünya ikinciliği olan başarılı rüzgar sörfü sporcumuz Bora Kozanoğlu, Mavişehir Dergisi’nin sorularını tüm içtenliğiyle yanıtladı.
Bize biraz kendinden söz eder misin?
37 yaşındayım ve 11 yaşımdan beri Rüzgar Sörfü ile uğraşıyorum. 30’un üzerinde Türkiye şampiyonluğum ve 2 dünya ikinciliğim var. Sörf dışında Amerikan Lisesi’nden sonra Celal Bayar İnşaat Mühendisliği Fakültesini bitirdim. Ancak İnşaat Mühendisliği hiç yapmadım; sadece Alaçatı’daki kendi otelimi yaparken mühendislik bilgilerim çok işime yaradı ve bilgilerimi kullandım. Bunun dışında hobilerim arasında klasik ve elektro gitar çalmak geliyor, Snowboard yapmak, ata binmek bunlar en çok yapmayı sevdiğim şeyler.
Sörf ile tanışmanda baban Celal Kozanoğlu’nun çok önemli bir rolü olduğunu biliyoruz bir de bu hikayeyi senden dinleyebilir miyiz?
Sörfe başlamamda babamın çok büyük etkisi oldu, bir çok şeyde olduğu gibi. Küçük yaşlarda denize girmeyi hiç sevmeyen bir çocuktum. Aslında hala denize girmeyi sevmem; ama yüzmek için. Yüzmeyi hiç sevmiyorum, küçük yaşlarda tabii bu daha da çok belirgindi. Çok zayıftım, belki de ondan çok üşüyordum denize girdiğim zaman. Bu üşüme etkisinden yüzmeyi belki de sevmiyordum. Tabii ailem endişelenmeye başladı, sonuçta denize girmeyen bir çocuğunuz var ve ailemin tek çocuğuyum. “Biz ne yapsak ne etsek Bora’yı denize soksak” diye kara kara düşünürlerken tam o dönemde babamın Almanya’dan bir arkadaşı geldi Türkiye’ye ve ona bir sörf takımı hediye etti. Bir gün bir baktım babam denizin üstünde pespembe kocaman bir şeyle gidip geliyor hızlı bir şekilde. Bu acayip ilgimi çekti benim, çok da hoşuma gitti görüntüsü. Denize girdim ve dedim ki baba ben de öğrenmek istiyorum. Babam çok şaşırdı. Hemen böyle şunu yapacaksın yelkeni şöyle kaldıracaksın, boardun şurasına çıkacaksın, bana böyle öğretmeye başladı sörf yapmayı. Ben sörfün üstüne çıktım fakat yelken çok ağırdı, o zamanki malzemeler, teknoloji çok gelişmemişti tabii. Board çok dengesiz, yelken çok ağır. Ben yelkeni sudan kaldıramadım. Şu anda günümüz teknolojisiyle yedi yaşındaki bir çocuk yelkeni çok rahat kaldırabiliyor ama o zaman öyle değildi. Ben yelkeni kaldıramadım ve babam bana sörfün arkasından tutmam gerektiğini söyledi ve yelkeni o kaldırdı. Ben boardu arkasından tutarken sörfle beni çekmeye başladı, ayağa kalkmamı istedi. Ayağa kalktım ve onun önüne geçtim, ikimiz beraber gidiyorduk sörf yaparken. Belli bir süre gittikten sonra babam kendini denize bıraktı ve ben tek başıma sörfle 600-700 metre gitmeyi başardım. Daha bugün gibi hatırlıyorum o günü. Resmen özgürlük duygusunu tattığım an o andı. Rüzgarın gücünü kollarımda hissettiğim an. Kendi kendime hayatta ilk defa gerçek anlamda bir şeyler yaptığım an. Denizle doğayla bütünleştiğim andı o an. Zevkten keyiften uçtum, o gün bugündür sörf bağımlısı oldum. Daha sonra ben her gün sörf yapmaya başladım sabahtan akşama kadar. Akşam olduğunu anlayayım, denizden çıkayım diye annem evin lambasını yakıp söndürüyordu. Ege Çeşme Sitesi’nde oturuyorduk o zamanlar, deniz kenarında. İki ay böyle geçti ve babam dedi ki “sana artık bir hocadan ders aldıralım. Alman şampiyonu bir sörf okulu var Boyalık Plajında” dedi. Biz oraya gittik kalabalık bir arkadaş grubu siteden. Ben direkt adama gittim ve “sörf yapmayı öğrenmek istiyorum” dedim. Adam bana “sen Türk müsün?” diye sordu. “Türk’üm” dedim. “Ben şu ana kadar hiç bir Türk’e bu sporu öğretemedim ve senin vücut yapın çok çelimsiz, çok zayıfsın, sana ayıracak vaktim yok” dedi ve arkasını dönüp gitti adam. Gerçekten bu bana çok koydu, çok üzüldüm çok kızdım. Çünkü çok sevmiştim ben sörf yapmayı ve bir insanın beni böyle demoralize etmesi beni gerçekten çok üzdü ama bu durum beni daha da hırslandırdı. O günden sonra yaklaşık 3 sene yaz kış sörf yaptım. O zamanlar ne internet var ne de CD teknolojisi var, hiç bir şey yok. O zamanki şampiyonların VHS kasetlerini getirtmiştim yurtdışından; akşamları onları seyrediyordum ve yatmadan önce tekrar izliyordum. Onları düşünerek ve o videoları tekrar gözümün önümden geçirerek uykuya dalıyordum. Hatta rüyamda bile sörf yaptığım çok olmuştur. Sabah kalkıyordum, denize çıkıyordum ve izlediklerimi, videodan öğrendiklerimi uygulamaya çalışıyordum. Bir yandan babam beni videoya çekiyordu. Aynı günün akşamı hem kendimi izliyordum hem de o adamları izliyordum. Kendimi kıyaslıyordum, nasıl yapmışım onlara göre diye. Sörf dergileri getirtiyordum, makaleler okuyordum. 3 senem böyle geçti biraz ağırlık çalıştım baya vücut yapım da gelişti. Ve girdiğim ilk Türkiye Şampiyonasında Türkiye 3. oldum ve o Alman adam 4.oldu. Onu kürsüye çıkarmadım. Ondan sonraki sene 18 yaşımdayken ilk Türkiye Şampiyonluğumu aldım ve o gün bugündür Allah utandırmasın Türkiye Şampiyonuyum ve 2 tane de dünya ikinciliğim var.
18 yaşında Türkiye Sörf şampiyonu oldun. Bir sporcu için başarı normal olsa da erken yaşta gelen şampiyonluk seni nasıl etkiledi?
Evet, 18 yaşımda çok erken bir yaşta ilk Türkiye şampiyonluğumu aldım. Biliyorsunuz erkekler kadınlara göre daha geç olgunlaşıyor; bu benim egomu çok yükseltti çünkü sponsorlarım olmaya başladı, röportajlarım çıkmaya başladı, orada konuşuyorum, burada konuşuyorum. Karakteriniz, kişiliğiniz de tam gelişmediği için bu sizde ego patlaması yaratıyor. Ben en iyiyim, ben en hızlıyım moduna giriyorsunuz. Etrafınızdaki kişilerle de öyle iletişime geçmeye başlıyorsunuz.
Bu gerçekten hayatımın o döneminde, özel hayatımda beni birazcık kötü etkilemeye başladı diye düşünüyorum. Tabii bunu sonradan fark ettim. Fakat Allah razı olsun tanıştığım bir takım insanlar ve ailemin etkisiyle manevi anlamda kendimi kuvvetlendirdim ve egonun kötü bir şey olduğunu ağır başlı olmanın hem kendime hem etrafıma çok daha faydalı olacağını öğrendim. Ve önemli olanın şampiyon olmak değil, bir şampiyon gibi yarışmak olduğunu öğrendim. Yurtdışına gittiğim bir takım yarışlarda şampiyon olamadığımda çok demoralize oluyor, hatta bazen yarışları bile terk ediyordum. Bu gerçekten hayatımın 18 yaşımdan 25 yaşıma kadar olan o dönemde bu ego patlamasını gerçekten yaşamıştım. Fakat daha sonra tanıştığım bir antrenörüm bana “önemli olan bir şampiyon olmak değil bir şampiyon gibi yarışmaktır” dedi ve bana bunu öğretti. Şampiyon gibi yarışmak; her zaman bir önündeki yarışçıyı geçmek için elinden geleni yapan yarışçıdır. Önünden gelen engeli geçmek için elinden ne geliyorsa yapar. Her zaman birinci olmayabilir fakat kendisiyle yarışan yarışçıdır şampiyon olan ve hiç bir zaman pes etmez. Elinden geleni yapar, gerçekten bu felsefe bana hayatımın her alanında bana bundan sonra faydalı oldu. Çünkü bence hayat da böyle bir şey; önemli olan önümüzdeki engeli aşmaya çalışmak, onun için elimizden geleni yapmak, canımızı dişimize katarak pes etmeden savaşmaktır. Her yarışın mutlaka bir birincisi var fakat bana göre; her yarışın birincisi birçok insan olabilir aynı anda.
Teknolojiyi kendini geliştirmede nasıl kullanıyorsun? Windsurf’e merakı olanları biraz heyecanlandır bence 🙂
Teknolojik gelişmeler tabii ki çok faydalı ve çok önemli şeyler. Teknolojinin bağımlısı olmadığınız sürece bir amaç değil bir araç olarak kullanmak lazım. Teknolojinin gelişmesinden sörf sporu da en çok faydasını alan sporlardan. Malzemeler hafifledikçe karbon malzemeler üretildikçe, hitap eden yaş kitlesi çok genişledi. Eskiden 13-14 yaşında başlayabilecekken şimdi 6-7 yaşında çocuklar sörfe başlayabiliyor. Aynı zamanda 70-75 yaşındaki dedesi de sörf yapabiliyor onunla. Bu teknolojinin gelişmesiyle oldu, çok daha rahat malzemelerle çok daha rahat kaldırılabilen çok daha kontrollü çok daha dengeli ve hafif malzemeler üretildi. Ve bununla beraber çok çok daha sürat yapmaya başladık, hızlı gitmeye başladık sörfle. İşin keyif ve heyecan unsuru da artmaya başladı. O yüzden teknoloji de olmazsa olmazımız iyi ki var diyoruz gelişmeler.
Hobin aslında senin mesleğin, rüzgar sörfü dışında hobilerin var mı?
Rüzgar sörfü yapmak aslında hem hobim hem işim. Mesela çoğu insan iş hayatından bunalıp tatile gidiyor. Tatilde işle ilgili hiçbir şey konuşmamayı tercih ediyorlar, işleriyle alakaları olmayan şeyler yapıyorlar, ben tatile gittiğim zaman da sörf yapıyorum. O yüzden aslına bakarsanız, hiç çalışmadım hayatım boyunca sevdiğim şeyi yaptığım için. Ama bununla beraber çok farklı hobilerim var. Yedi yaşımdan beri gitar çalıyorum, gitar çalmayı çok seviyorum. Snowboard yapmayı çok seviyorum, sörfe çok paralel bir spor zaten. Kışın belirli dönemlerinde kayak tatillerim oluyor. Ata binmeyi çok seviyorum hatta atta da yarışıyorum. Hatta atta da lisansım var. Atta dayanıklılık kategorisinde yarışıyorum. Geçen sene Kapadokya’da derece bile aldım. Onun dışında atıcılık yapıyorum, skit ve trap atıcılığı yapıyorum, tüfeklerim var onda da lisanslıyım. Boş durmayı sevmiyorum galiba hareketli olmayı çok seviyorum.
Su sporları dışında bir spor yapsaydın bu hangi spor olurdu?
Sörfçü olmasaydım herhalde savaş pilotu olurdum. Uçakları çok seviyorum, uçak kullanmayı çok istiyorum, onu da öğrenmek istiyorum. Sürat bağımlısıyım aynı zamanda. Sürat tatminimi en çok yaşayacağım yer herhalde bir savaş uçağı olurdu. O yüzden bir savaş pilotu olurdum.
Windsurf denince akla ilk gelen isimlerden birisin. Bu durum senin üzerinizde bir baskı yaratıyor mu?
Evet, akla gelen ilk isimlerden biri olmak tabii ki bir sorumluluk yüklüyor sizin üstünüze ama ben bundan keyif alıyorum. Çünkü yaşamayı çok seviyorum, rüzgar sörfü benim bebeğim gibi bir şey çok değerli bir şey. Onunla büyüdüm ve onunla anılmak benim için çok değerli. Aşık olduğum şeyi tutkum olan şeyi insanlarla paylaşmak ve gençlere örnek olmak, bu benim keyif aldığım bir şey bu güzel bir baskı beni kötü etkilemiyor.
Denizin üzerinde olmak sana neler hissettiriyor?
Deniz bambaşka bir alem bambaşka bir dünya iki farklı alemin; su altının ve su üstünün kesiştiği noktada gidiyorum sörf yaparken. Orada bir çizgi var, o hayali çizginin üstünde gidiyorsunuz; aşağı baktığınız zaman balıklar var yukarı baktığınız zaman kuşlar var. Aynı hizada bir kara parçası var. Gerçekten bir kaç farklı dünyanın kesişme noktasındasınız. Bu sizi biraz düşünmeye, tefekküre yöneltiyor. Nerden geldim nereye gidiyorum sorularını sormaya başlıyorsunuz kendinize. Sizin dışınızda çok büyük bir güç var size etki eden sizi yaratan sizi yönlendiren, ama size özgür irade de vermiş ve siz kendi seçimlerinizle rüzgarı ve dalgaları kullanarak kendi iradenizle bir takım yerlere gitmeye kendiniz karar veriyorsunuz. Ve çok değerli olduğunuzu anlıyorsunuz bunları düşünürken. Doğaya baş kaldıranlar da denir böyle ekstrem spor yapanlara. Bence asıl başarı; doğaya baş kaldıran sporcular değil doğayla uyum içersinde olan sporculardır. Çünkü doğaya baş kaldıramazsınız, doğa sizi yutuyor. Önemli olan uyum içersinde olmanız. Ben sanırım bu uyumu en iyi şekilde yakaladığım için genelde iyi derece alıyorum. Bu uyumu bu senkronu yakalayan bu müthiş gücü arkasına alıyor.
Sence Türkiye’de insanların sörfe bakış açıları nasıl?
Türkiye’de insanların sörfe bakış açısı çok değişti. Son 15 yıldır özellikle, eskiden insanlar denizlerden korkuyorlardı. Aslında bir nevi haklılar. Ata sözlerimize bakıyorsunuz denizle ilgili güzel bir atasözü yok; denize düşen yılana sarılır, iyilik yap denize at, bir kaşık suda boğmak. Deniz hep kötülenmiş. Balık isimlerine bakın; çoğu balık ismi yabancı 2 tane Türk balık ismi var; biri kılıç, diğeri kalkan. Yelken sporları sayesinde ve Alaçatı gibi bir yer olması sayesinde insanlar bu sporun ne kadar güvenli yapıldığını ve ne kadar zevkli bir spor olduğunu öğrendi. Biz de elimizden geldiğince duyurduk, açtığımız sörf okulu sayesinde birçok insan geldi, bu sporla haşır neşir oldu. Artık insanlar çok sempatik çok sıcak bakıyorlar. Artık gerçekten o eski zamanlardaki korku yerini sevgi ve isteğe bıraktı.
Sörf okulunu açmandaki amacını ve hedeflerini öğrenebilir miyiz?
Sörf okulu açmadaki amacım; öncelikle aşık olduğum, bende tutku haline gelen bu sporu, sevdiğim şeyi ülkemdeki ve dünyadaki herkesle paylaşmak. Bu sporun aslında sanıldığı kadar zor olmadığını, doğru ekipmanla doğru tekniklerle çok kısa bir sürede öğrenildiğini herkese anlatabilmeyi istiyorum. Çünkü genelde ülkemizde insanlar tatil köylerinde derme çatma malzemelerle sörf yapıyorlar. Ve yapamıyorlar zaten. Çok ağır, çok dengesiz boardlara biniyorlar ve demoralize oluyorlar özellikle bayanlar; yelkeni kaldıramıyorum, kollarım ince, güçsüzüm psikolojisine giriyorlar. Halbuki iş öyle değil, bilinçli bir sörf okulunda doğru malzemelerle siz 3 günlük bir sürede sörfle gidip gelmeyi öğreniyorsunuz. Temel eğitimi alıyorsunuz. Alaçatı gibi bir yerde bu 3 günlük sürede öğrendiğiniz zaman gerçekten sonra dünyanın her yerinde bu sporu yapabilecek hale geliyorsunuz. O yüzden ben bu sporun çok kolay, çok rahat öğrenildiğini, yapıldığını anlatmak için sörf okulumu açtım. Sörf okulum 15 yıldır hizmet veriyor, Alaçatı’daki en eski sörf okulu diyebilirim. Çünkü ben 11 yaşından beri sörf yapıyorum yani 25 senelik okulum o yüzden ilgiden de çok mutluyum. Her geçen yıl ilgi de git gide artıyor.
Herhangi birisi olabilir, isim vermeden, sadece onun anlayabileceği bir mesajı buradan söylemeni istiyoruz.
İsim vermeden yollamak istediğim mesaj şu; “Egon ve boş kibirin yüzünden inkar etme; Tanrı her yerde.”
Şimdi meteorolojiden bir haber gelse, 2 sene rüzgar yok, dal kıpırdamayacak dense, ne yapardın?
Rüzgarsız yaşayamam, mutlaka rüzgar olan bir yer bulurdum ve gidip oraya yerleşirdim ve orada sörf yapardım.
Kimler rüzgar sörfü yapabilir? Sörfe başlamak isteyenler için tavsiyelerin neler olur?
Ciddi bir sağlık sorunu olmayan herkes sörf yapabilir. Ve bence yapsın da çünkü 3 tarafımız denizlerle çevrili ülkemizde bu bir nimet bizim için. Denizi olmayan ülkelerden iyi sörfçüler çıkıyor. Bizim ülkemizde çok çok daha fazlası olması lazım, yeter ki denizi sevelim. Ve doğru yerde doğru insanlarla bu işi bilinçli bir şekilde öğrenelim. Muhteşem bir spor rüzgar sörfü, bir yaşam biçimi; 50 defa dünyaya gelsem yine sörfçü olmak isterim o yüzden bu muhteşem duyguyu imkanı olan herkes gelip yaşayabilir.
Hayatta seni en tedirgin eden şey nedir?
Farkında olmadan bir insanın kalbini kırmak.
Sence kısaca (birkaç kelimeyle anlatmanı istesek)
Futbol: Sıradan
Kitesurf: Moda
Televizyon: Discovery Chanel
Tatil: Her gün
Aşk: Her şey
İçten yanıtların, tavrın ve bu güzel sohbet için teşekkür ederiz.
Mavişehir Dergisi okurlarıyla beni buluşturduğunuz için ben sizlere teşekkür ederim.