Her anneler günü yaklaşırken aklıma hep “bale ayakkabıları” gelir. Almak istediğim halde alamadığım bale ayakkabılarım… Bilmiyorum içinizde kaç kişi gözlerini kapadığı zaman ayaklarının ucunda dans ediyordur? Ben pek çok zaman hayallere dalar ve büyük bir salonda kendimi dans ederken bulurum. Bu isteğim nedeniyle de hep bir bale ayakkabım olsun isterim. Belki bu yaşımdan sonra bale yapmam çok komik de olsa, hani insanın yapmak istediği halde yapamadığı; almak istediği halde alamadığı bazı eşyalar vardır ya, benim bale ayakkabılarım da bunun gibi bir istektir aslında…
Anneler günü ile bale ayakkabıları arasında nasıl bir ilişki kurduğumu her halde merak ediyorsunuzdur? Hemen anlatayım size… Yıllar oldu oğlum, anneler gününde bana bir hediye almadı. Bana çiçek getirmesine bile razı olmama rağmen, bu konuda çok ısrarlıydı. Her anneler günü yaklaşırken ona: “Bu sene bana bale ayakkabısı alır mısın?” diyerek beklentilerimi açıklardım. Aslında bu tamamen kendi içinde bir “oyun”du benim için.
Bana bu oyun “anne olmanın” muhteşem zevkini tekrar tekrar hatırlatıyordu. Kadınlar ile erkekler arasındaki en büyük farklılık da bu zaten. Bir erkek ne kadar baba olmanın tadını çıkarsa da, bir annenin yaşamış olduğu olağanüstü mutluluk ve heyecanları yaşayamıyor diye düşünüyorum.
Geçmişe dönüp baktığımda oğlumun anne karnına düştüğü ilk günleri hatırlıyorum. O yıllarda hangi gazete olduğunu tam hatırlamıyorum ama “doğmamış çocuğa mektup” isimli bir yazım ile katılmıştım. Bu yazmış olduğum yazı nerede hiçbir zaman tekrardan bulamadım ama biliyorum ki, pek çok anne hamilelik döneminde çocuklarına bu tür yazılar yazmışlardır. Hamilelik bir anne adayı için yaşanabilecek en güzel duygudur. Zannetmiyorum ki, hayatta bundan daha anlamlı bir hissiyat yoktur. Karnında taşıdığın canlı senin sevgini paylaşır. Onun her hareketi, onun her dönüşü anne için bir ümittir.
Çok iyi hatırlıyorum oğlum altı aylıkken sanki basketbol topunu yere atarcasına ritmik bir vuruşla karnıma vururdu. Yine aynı yıllarda gazetede okuduğum birkaç bilgiye istinaden ona şarkılar söylerdim, ona ismini mırıldanırdım. Anne ile çocuk arasındaki ilk diyalog aslında o anlarda kurulur. Anne çocuğuna henüz anne karnındayken öğütlerde bulunur. Komik gibi gelir insana ama bunu yapmak çok zevklidir. Yüksek sesle konuşursun, çocuğun seni duyduğuna o kadar eminsindir ki, başlarsın yaşamın tatlarını anlatmaya. Annelik işte böyle güzel bir duygudur.Anne olduğunda, birden olaylara daha farklı bakmaya başlarsın. O yaşa kadar ne kadar bencil olduğunu anne oluncaya kadar anlamazsın. Her gece seni tatlı yatağından uyandıran ve belki de sabaha kadar uyutmayan bebeğinin sabah kalktığında sana bakışı, gülümseyişi o kadar sevimlidir ki, bütün uykusuzluğunu unutursun. Bir başka birisi seni her gece uyandırsa, öfkeyle ona bağırabilirken bebeğinin ileriki yaşlardaki kaprisine bile katlanırsın.
Anne ve çocuk arasındaki bağ garip bir hediyedir anneye. Bazen konuşmadan yapılan bakışlar bile anlamlıdır sessizlikte… Çocuk büyüdükçe uzaklaşır anneden, kopmak ister ondan. Yaşamın bir döngüsüdür aslında bu kopuş. Ancak anne kabul etmez bu ayrılığı. Uzun zaman kendine bağlı olan bir varlığın, ayaklarının üzerinde durmaya çalıştığı yeni yolculuğunda halen ona yardım etmek ister. Tutmak ister. Destek olmak ister. Çocuk kızar, yeter der. Ben büyüdüm, koşacağım, bırak peşimi der. Ama anne duymaz bu sözleri…
Duyar da duymamazlığa gelir. Bilir aslında yaptığının doğru bir hareket olmadığını. Ama o taşımıştır bebeğini dokuz ay. O doyurmuştur, o uykusuz kalmıştır. Hasta olduğunda o beklemiştir başında. O tutmuştur destek bekleyen küçük eli… Ve koparlar bebekler bir gün yuvadan, sıcak ellerden. Annenin çırpınışı artık bitmek zorundadır. Kuşlar uçacak ve büyüyeceklerdir. Bu yaşamın insanlara sunduğu bir var oluş çemberidir. Döner döner ve sonra sürecini bitirir. Kabul etmek gerekir; anne oğul ilişkisini ya da baba kız sevgisini. Nice babalar vardır kızlarını kimseye uygun bulmaz. Kimi anneler vardır oğullarına kız beğenmez. Vermek istemez kimse sevdiğini başka ellere.
Annelik böyledir işte, insanın nefesi son buluncaya kadar devam eder. Annemin bir sözü vardır der ki: “Birdiniz, iki oldunuz. İkiydiniz üç oldunuz” ne kadar doğru bir sözdür aslında. Sevdikçe sevmek ve bu sevgiyi kalbinde beslemek. Bale ayakkabılarım benim yıllardır oğlumdan hediye olarak istediğim ama bir türlü kavuşamadığım sembolik bir hediyedir. Anne, hayatı boyunca hediye istemez ki çocuklarından aslında. Ona verilen en değerli hediye, çocuklarından duyduğu sevgi sözcükleridir. Bu sözcükler besler anneyi… Yıllar önce tutulan o küçük ellerin, artık onu tutmasını bekler anne… Yoktur annenin beklentisi çocuğundan. Koşulsuz bir sevgi ile bağlıdır anne çocuğuna… Hangi yaş olursa olsun çocuğu mutlu ise mutludur anne. Çocuğu dertliyse dertlidir anne. Bir halkadır annenin çocuğu ile ilişkisi. Kısır döngüdür. Bitmeyen bir nehirdir.
ABD’de Anna Jarvis’in 1908 yılında annesini anma günü olarak ilan edilen “Anneler Günü” dünyanın her yerinde anılıyor. Bir gün bile olsa annelerimizi hatırlamak bana çok anlamlı geliyor aslında. Bunu ne kadar içtenlikle yapabiliyoruz bilemiyorum ama bu gün gerçekten özel bir gün… Her şeyden önce anneniz sayesinde bu dünyadasınız. Size kan ve can veren bir kişi olarak annelerimizi bir gün içinde hatırlamak onlar için paha biçilmez bir hediye.. Hiçbir anne hediye istemez. Tek bir hediye vardır o da:” yanağa konulan bir öpücük”dür.
Bir de annelerimiz ile geçmişte yaşadığımız anıları anlatmak çok önemli ona… Bunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, annemin bana öğrettiği her bilgi beni güçlendirdi. Ben kararlı isem, annemin bunda etkisi çok büyüktür. Ben, bir birey olarak belli bir konuma geldiysem, arkamdaki güç annem olmuştur. Ne mi yapmıştır? Sadece sevmiştir. Sormadan sevmiştir. Üzmeden sevmiştir. Beni, ben yapmıştır. Bir gün de olsa “annemi seviyorum” demek çok güzel. Siz de, doya doya söyleyin sevginizi. Size kattığı bütün değerleri düşünerek.
“Annem, seni çok seviyorum”…