Arkadaşlarımla sohbetimiz sırasında antika eşyalar ve eski günlerden söz açılmıştı ki; birden evimizdeki duvar saatimizin sesi çınladı kulaklarımda; anneannemin evinde çok sevdiğim sedef kakmalı duvar köşeliklerini anımsadım. Ne çok severdim o sedef kakmalı köşelikleri… Annemin dedesinden kalma duvar saati her çaldığında saraydaymışım hissine kapılır ve tarifi imkansız bir duyguyla saatin ding donglarını sayardım…Çocukluğum ve o çok sevdiğim kalabalık ailem…Bazen bir ses, bazen bir koku bizi geçmişimize götürüveriyor ve anılarda yolculuk başlıyor işte…
Karşıyaka’nın o eski halini özlüyor insan
Karşıyaka’nın o eski halini de özlüyor insan; ya da belki sadece ben özlüyorumdur; Karşıyaka Yalısı’na hayrandım, yalıdaki evler, konaklar hayallerimi süslerdi…Anneannemle birgün sahildeki bir yalıya gitmiştik, hiç unutamıyorum; bahçeye adımımı attığımda büyülenmiştim; bahçede heykeller vardı ve ortada küçük bir süs havuzu; bahçe bakımlı ve çok gizemli duruyordu.Anneannemin arkadaşı çok kibar, iyi ve değişik giyimli bir hanımdı, “saraylı hanım” dediklerini anımsıyorum. Ne zaman pudra kokusu duysam o saray yavrusu ev ve anneannemin saraylı arkadaşı gelir aklıma…O eski yalıları, konakları çok arıyor gözlerim…Sahil boyunca o güzelim evler yıkılmasaydı da Apartmanlar o evlerin arkasından itibaren başlasa olmaz mıydı sanki…
Anneciğim çok usta bir terziydi; modelleri kendi çizer ve çok güzel dikiş dikerdi. Olgunlaşma Enstitüsünden mezun olan annemin Singer Marka bir dikiş makinası vardı; benim için manevi değeri çok büyük olan bu makinanın tozunu alırken çok duygulandım. Annem, zaman gelir sabahlara kadar dikiş dikerdi; makinayı okşar gibi temizlediğimi farkederken tarif edemeyeceğim duygular içerisindeydim…
Eskilerden söz açılınca daldan dala atladım değil mi? Anılar canlanırken zihnimde, durmadan yazasım var… Babaannemden söz etmeden geçemeyeceğim… babaannemiz doğuştan işitme engelliydi ve okullu olmadığı halde; çok zeki bir kadındı, belki işitme duyusu olmadığı için zekası çok gelişmişti bilemiyorum… O, hepimizin ve neredeyse tüm Karşıyaka çarşısının sevimli ninesiydi. Kendine has işaretleri vardı; babacığım bize de bu işaretleri öğrettiği için her dediğini anlayabiliyorduk ve babaannemin kendine has işaretleriyle çok da iyi anlaşıyorduk. İşaretlerinden birşey anlamayanlara biz tercümanlık yapardık, beni ve kardeşlerimi her zaman korur ve kollardı…
Babaannemle ilgili öyle çok anlatılacak anım var ki; Ah o çocukluk yılları yok mu? Orta okulda Türkçe kitabımızdan ezberlediğim bir şiir geldi aklıma; “Affan dedeye para saydım, sattı bana çocukluğumu” diye başladığını anımsıyorum. Bakın bu şiiri buldum ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
ÇOCUKLUK
Affan dedeye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!
CAHİT SITKI TARANCI
İçimizdeki çocuğun hep yaşaması dileğiyle…
Ziynet Attila