Havalar nasıl olursa olsun bizim havamız hep güzeldi 90’larda… Deli dolu eğlencenin olduğu teknolojinin başını alıp yürümediği emekleme devrinde olduğu, biraz berduş ama geçmişin tınısını taşıyan, deli dolu geçen yıllardır doksanlar. Ekonomik krizlerin insanların üzerinden silindir gibi geçmediği, radyolarda ve tvlerde matrak numunelerinin olduğu neşeli vakitlerdi. Doksanlarda doğallık önemli idi, entellektuel olarak kitap okumayana o zamanın deyimi ile amele damgası vurulurdu. İçerisinde bol bol ‘’atari kültürü’’nü de barındıran yıllar.. İnsanların teknoloji ve gerçek hayatı aynı anda yönetebildiği yegane çağdır. Günümüzdeki gençlerin bazıları bu dönemde yaşamak istemektedirler. Bu çağ, müzik, dans ve giyim tarzıyla diğer dönemlere benzemez.
90ların pop müziği her ne kadar şimdilerin müzik altyapı tekniklerinden yoksun olsa da sizlere de daha güzel, sıcak daha bizden daha dinlenilesi gibi hatırlıyoruz sanki, nedendir bilinmez… Şarkı sözleri de bir o kadar ilginç olmasına rağmen hala hatrımızdadır. Mesela Hakan Peker’in “Hey corç versene borç, olmaz maykıl bende de yok” dizelerini şimdilerin çocukları bile bilir. Mustafa Sandal “onun arabası var”, Burak Kut “benimle oynama” Tarkan “kıl oldum abi”, Metin Arolat “dert değil”… Tabi bir de Serdar Ortaç’ın İlknur Soydaş’ın göbeğinden zeytin yediği Karabiberim klibi akıllara kazındı.
90lar herkesin daha eşit olduğu, kardeşlik arkadaşlık kavramlarının gerçek olduğu, çocukların bir evde doluşup Super Mario oynadığı, bir tane kutu kola alıp 5 arkadaşın paylaştığı, topun sahibi çocuğun günlük salçalı ekmek hakkını bitirince topunu alıp maçı keyfine göre bitirdiği, misketlerle iç içe olunduğu, doğayla daha iç içe yaşandığı, nüfus sayım günlerinde bisikletlere atlayıp kahkahalarla gezildiği, eskiyen kotların dizlerinden kesilip şort yapıldığı, Grup Vitamin’in can olduğu, takmayacaksın tak açacaksın dediği, Kerim Tekin’in hala hayatta olduğu, Barış abinin aramızdan ayrılmadığı, Burak Kut’un kızların hayallerini süslediği, derste hocanın dünyanın güneş etrafındaki hareketini iki öğrenciyle gösterdiği, her şeyin hayal gücümüzce gerçekleştiği, güzel zamanlardı…
Doksanlı yıllar,
‘Taso var mı yok mu’ diye cips paketi yoklamaktı.
Atarinin ısınan adaptörünü buzdolabına koymaktı
Sevdiğiniz sanatçıya ait kasetin ve kaset kapağının dokunulmazlığına herkesi inandırmaktı
Ateri salonunda, tek jetonla, kof 97’yi bitirmekti.
Gol atıp kaleye geçmekti.
Maratonu show tv’de izlemekti.
Dünyanın yuvarlak olduğunu Tsubasa’dan öğrenmekti.
Anne baba yatınca salona gidip titreyerek sabaha kadar doom iki oynamaktı.
Bayramlık paraları yarıştırmaktı.
Susam Sokağı’nı büyük bir keyifle izlemekti.
Yüksek bel jean ve göbeği açıkta bırakan tshitler giyip çok havalı olmaktı.
Saklambaçtı, yerden yüksekti, istoptu, 9 taştı, akşam ezanında eve gitmekti.
Sinek ilacı sıkan ilaçlama arabasının arkasından koşmaktı.
Mavi önlüğü ilk giyen nesil olmaktı.
Edi ile Büdü’ydü, Bizimkiler’di.
Birbirimize korkunç hikayeler anlatıp eve nasıl gideceğimizi bilememekti,
Her renkten meybuzları tadıp, ağızda patlayan şeker yemekti.
Yonca Evcimik’in ‘bandıra bandıra’ şarkısını en hızlı kim söyleyecek yarışı yapmaktı.
Ev telefonundan rastgele bir numara çevirip işletmek, bir apartmanın bütün zillerine basıp heyecanla kaçmaktı.
İstiklal marşı okunurken her nerede olursak olalım, saygı duruşuna geçip tüylerimizin diken diken olmasıydı.
Sarı pembe ve açık yeşil renklerde, mis kokulu, üstünde arı maya olan silgilerden, daha biri bitmeden yenisini almaktı.
Okulda sıralara örtü diktirmekti.
Beverly Hills çizgi filmindeki Bianca’dan nefret etmekti.
Her şeyin çok olmadığı, ama yeterli olduğu yıllardı doksanlar…