MADDE BAĞIMLILIĞINA HAYIR!… HAYATA EVET!…

Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre; gelişmekte olan ülkelerde amfetamin tipi uyuşturucular ve reçeteli ilaçlar başta olmak üzere uyuşturucu madde kullanımı artmaktadır. Avrupa ülkelerinde kokain kullanımı son on yıl içinde 2 milyon kişiden 4,1 milyon kişiye çıkarak ikiye katlanmıştır. Raporda altı çizilen önemli konulardan birisi; zengin ülkelerde yaşayan zengin insanlar bağımlılık tedavisine ulaşabilirken, yoksul ülkeler ve yoksul insanlar tedavi olanağına sahip olamamakta ve büyük sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır.

Uyuşturucu kullanımının dramatik olarak arttığı günümüzde genç yetişkinlerin yaklaşık %2 ile %2,5’unun her gün esrar kullandığı, erkeklerde ise bu oranın kadınlara göre daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2006 yılında Türkiye genelinde 60 ilde okullu genç üzerinde yapılan araştırmaya göre; gençlerin %2,9’u son üç ay içinde uyuşturucu/uyarıcı madde kullandıkları belirtilmektedir. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof.Dr. İhsan Karaman’ın yaptığı açıklamaya göre, 14-19 yaş arasındaki gençlerin yüzde 30’unun sigara, yüzde 20’sinin alkol ve resmi olmayan ancak gerçek verilere göre yüzde 10 oranında uyuşturucu kullandıkları görülmektedir. 2014 yılı verilerine göre İstanbul’un 39 ilçesinde 154 lisede çoğunluğu lise birinci sınıfta okuyan 32 bin öğrenci arasında yapılan araştırmalarda ise yüz öğrenciden 45’i sigara, 32’si alkol, 9’u uyuşturucu kullanmaktadır.

Bağımlılık; hem bedensel ve ruhsal alanda ortaya çıkan klinik bir tablo, hem de uzantıları olan toplumsal sorunlar ile beraber düşünüldüğünde çağımızın en önemli sağlık sorunu olmaya aday gösterilen önemli bir konu… Neden önemli bir konu? Çünkü; toplumun her kesimini ilgilendiriyor ve her geçen gün de daha büyük sorunların yaşanacağına işaret ediyor. Sorun, yalnızca madde kullanan bireyi değil o bireyin içinde doğduğu aileyi, ailenin parçası olduğu toplumu ve giderek o toplumda kültürel yapı özelliklerinden ekonomik işleyişe kadar geniş bir alanı ilgilendiriyor ve etkiliyor.

Madde bağımlılığı ile ilgili yapılan araştırmalarda kullanımı etkileyen faktörler arasında; artan nüfus, kültürel ve sosyal bağların zayıflaması, hızlı şehirleşme, başta internet olmak üzere teknolojinin olumsuz kullanıma açık olması gibi etmenler gençlerin bu tür alışkanlıklar edinmesini hızlandırıyor. İstanbul İli’nde yapılan bir başka araştırmada; meslek liselerinde okuyan öğrencilerin daha çok “sigara”, Anadolu liselerinde okuyanların ise “alkol”ü daha fazla tükettikleri tespit edilmiş. Araştırmada özellikle yine gençlerin oldukça erken bir yaşta alkole yönelmelerinin nedeni; yaş, göç, özgüven, anti sosyal davranış, inanç veya inançsızlık, eğitim imkanı, baskı gibi faktörler olduğu vurgulanmış.

Madde bağımlılığına geçiş riskini tetikleyen faktörler arasında ders çalışma zorunluğunun artması, spora daha az zaman ayrılması, öğrencinin asosyalleşmesine neden olurken, bir yandan da dikkat eksikliği, akademik başarının düşmesi ve yanlış değer yargılarının oluşması bir öğrenciyi/gencimizi çeşitli maddeler (Esrar, Uçucu, Eroin, LSD, Ekstazy, Kokain, Sakinleştirici, Uyarıcı ve Doping maddeleri) kullanmaya yöneltmekte…

Madde bağımlılığı çok kolay edinilen bir alışkanlık. Gençler sadece “merak” ettikleri için bu maddeleri deniyorlar. Düşünün sadece “merak” ettikleri için… Bir arkadaş ortamında yapılan ısrara dayanamayan genç, birden hiç beklenmeyen bir hayatın içinde kendini buluveriyor. Arkadaş grubunun dışında kalmamak için, onlardan farklı olmamak için, bir kez denerim ne olacak diyerek, tuzağa düşüveriyor ansızın… Sorunlarını çözmek için başka yol kalmadığına inanan kişiler çareyi madde kullanımında buluyor ve kullanım sıklıkları da artıyor. Bir başka deyişle “çaresizlik” önemli bir etken.

Şu günlerde madde bağımlılığına yeni bir isim buldular “Bonzainin Zombileri” diyorlar bu yeni uyuşturucu kabusuna. Her yerde ve çok ucuz olduğunu söylüyorlar. Kullananları önce yaşayan ölü haline getiriyor sonra gerçekten öldürüyormuş.

1998’de Avrupa’daki laboratuvarlarda üretilmeye başlayan bu öldürücü kimyasal sentetik Türkiye’ye on yıl geç geldi, ama son iki yılda hızla yaygınlaştı. Bonzai, marka adı aslında. Nükleer Bomba gibi… Kolonyalı mendile benzeyen küçük, albenili paketlerde satılıyor. “Cannabinoits” denen kimyasal sentetik madde 25 yıl önce üretildiği laboratuvardan kötü niyetli kişilerin eline geçmesiyle can bulmuş. Türkiye, artık uyuşturucu pazarı haline geldi. Bonzainin kaynağı, Batı dünyası. Ama bir söylentiye göre de Bonzai, Türkiye’de de üretiliyor.

Bonzai, kimyasal yapısı nedeniyle beyin ödül merkezine direkt ulaşıyor. Kullanıcı kendini “ödüllendirilmiş” hissediyor sanki. Bu maddeye ulaşmak ise çok kolay. Bir poşet 5 lira. Bu nedenle Bonzai kullananların çoğu ekonomik açıdan orta ve alt gelir grubuna ait. Bu sadece gelir durumu ile ilgili bir konu değil şüphesiz, insanların kendilerini “yalnız” ve “mutsuz” hissettikleri anlarda daha etkili. Düşünüyorum acaba benim de yaşamımda kendimi kötü hissettiğim anlar oldu mu diye? Ya da bu zaman diliminde neler yaptım diye?

Garip gelebilir pek çok kişiye ama ben doya doya yaşadığım elli yılıma kadar “inişli-çıkışlı” bir yolculuğumun olduğunu hep itiraf edebilme cesaretini kendimde bulabilen bir kişiyimdir. Kararsız kaldığım, çok ağladığım gecelerden sonra “küllerimden yeniden doğarak” yaşama dört elle sarılmışımdır. Bütün bunları yaparken, bir gün olsun beni sakinleştireceğine düşündüğüm bir ilaç ya da her hangi bir madde almayı düşünmemişimdir. Kendimle mücadele etmenin ki, ben buna “challenge” diyorum; beni daha da güçlendirdiğine inanmışımdır.

İnsanların hayatları bölüm-bölümdür. Burada çok ciddi bir yaş sınırı olduğunu zannetmiyorum. Bazı insanlar erken yaşta evlenir, çoluk-çocuğa karışır. Bazıları ise hayatlarına farklı alanlara yönelerek başlarlar. Bazı kapılar kapanır, bazı kapılar beklenmedik şekilde açılır. 15 yaşındaki bir gencin dünyasında neler olduğunu belki o yaşı yaşarken hatırlamamız mümkün olmasa da, 15 yaşındaki çocuğunuz ile kavga ederken birden kendinizi bulduğunuzda, onun yerine kendinizi nasıl koyabilirsiniz? Hiç unutmuyorum “ergenlik çağına” gelen oğlum bir gün eve geldiğinde gömleğinin arkasında “kan lekesini” gördüğümde şok olmuştum. Bunun nasıl olduğunu sorduğumda, sokak çocukları ile kavga ettiğini söylemişti. Şu anda oğlumun 25 yaşında olduğunu dikkate alırsak, o günlerde Pokemon diye bir oyun vardı ve bütün çocukların elinde bu kartlar vardı. Oğlum elindeki bu kartlar ile yolda yürürken “sokak çocukları” tarafından durdurulmuş ve elindeki kartları vermesi istenmiş. Bunun üzerine oğlum, çocukların yaptığı bu “zorbalığı” onaylamayarak, onlara güç gösterisinde bulunmuş. Tek düşüncesi varmış, “eğer herkes bu şekilde davranırsa yani elindekini bu çocuklara verirse, çocuklar palazlanacaklar ve belki de şiddeti artıracaklar” diye düşünerek onlara karşı çıkmış.

15 yaşında bir gencin düşüncesi bana hep “delikanlı” olmanın ne demek olduğunu göstermiştir. “Deli-kan” işte bütün mesele burada. Bu yaşlarda kız ya da erkek çocukların kanları “deli” akıyor. Çok tehlikeli bir yaş çok da sorunlu. Sadece çocuklar için mi? Hayır! Anne ve babası çalışan çocukların “ebeveynleri” içinde çok kritik bir yaş. Herkes o yıllarda “kariyer telaşını” düşmüş bir şekilde koşuyor. Ekonomik kaygılar en başta, ne yapacağız, ne edeceğiz diye soluk almadan herkes çalışıyor ve çocukların bu çağların da kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyor.

Herkes birbirine bağırıyor, anne-baba birbirine giriyor, çocuklar kapıyı çarpıp gidiyor ya da odalarına çekiliyorlar. Sessiz savaş başlıyor evlerde. Sanki sessizlik soruna çözüm getirecek gibi geliyor herkese. Sağlam aile temelleri atılmayan evlerde “çatlama sesleri” çıkıyor. Belki “boşanmalar” bu günlerde daha çok artıyor. Her taraf kendini haklı görüyor ve doğru yaptığını düşünüyor.

Çocuklarının bu çağlarında, anti-depresan alan pek çok anne tanıyorum, yapacak bir şey bulamıyor ve başlıyor küçük haplardan medet ummaya. Yapacak bir şey yok, konuşamıyor, anlaşamıyor ve sonunda yenik düşüyorlar. Üstelik kültürümüzün getirdiği değerlere daha sıkı sıkı bağlı olan kadınlar bu sıkıntıyı daha fazla yaşıyor. Aynı evin için de kızı ve oğlu olan anne ve babalar daha da dertli… Çünkü kız çocuklar da artık “özgür” olmayı istiyorlar. Çok da haklılar…

Unutmamak gerekiyor, 13-26 yaş arası çocuklarımız için çok tehlikeli bir dönem. 15 yaşından sonra her çocuk tehlikeye açık. Çocuklarımızı eleştirip, kimse ile kıyaslamamak gerekiyor. Herkesin karakteri farklıdır, çocuğumuz bile olsa bizden farklılar bunu unutmamak gerek. Kimseyle çocuğunuzu kıyaslamayın. Bu en büyük hata. Herkesin kendine ait güçlü yönleri var. Çocuğunuzun güçlü yönünü ortaya çıkarmasına yardımcı olun. İstediğinde ulaşamadığında hayal kırıklığına uğrayan çocuğunun yanında olmak bir ebeveynin en asli görevi olmalı, bırakın çocuğunuz “düşsün”, bırakın “kırılsın”, ve “acı çeksin” ama AYAĞA KALKMAYI BİLSİN; bir ebeveyn olarak önemli görevimiz bu: “Yıkamayan her şey, bizi güçlendirecektir”. Kimse kimsenin gururunu kırma, aşağılama hakkını kendinde bulmamalıdır. Anne ve baba olmak, her şeyi doğru yapmak değildir. Hata yaptığınızda çocuğunuzdan “özür dileyin” koruyun onları, sevin ve sevdiğinizi söyleyin.

Şunu asla unutmayın, bazen içinizden geçirdiklerinizi çocuğunuza söylememiş olabilirsiniz. Bunun farkına varın. Ona istediği ve duymak istediği sözleri söyleyin. Bir tek sevgi var o da “Evlat sevgisi” gerisi çok boş. Anne ya da baba olmak değildir önemli olan bu dünyaya getirdiğimiz bir çocuğa “borcumuz var”. Aman dikkatli olun.

“Sevgi”, “sevgi” ve “sevgi” yaşamın tek tılsımı, sözlerinizin arasında unutmamanız gereken tılsımlı tek sözcük. Sevgiyle kalın.

Mavişehir ve İzmir'in en sevilen genel kültür, magazin ve güncel hayat dergisi.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir